-->

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Biraz Laflayalım mı..?

Ben yine kayıplara karıştım ama eminim ki siz artık buna alıştınız.
Bir kere bu uzun zaman içerisinde Kırmızı Kafa'm, diğer yarım, Bodrum'a taşındı. İnsanın en yakın arkadaşı başka şehre taşınınca çok garip oluyormuş. Normalde İstanbul'da kızın yanına gitmem, çekti gitti ya yokluğunu hissediyorum. Evinin önünden geçerken gözlerim doluyor. Günde 2 saat telefonda konuşuyoruz. Yine de kesmiyor beni. Araya mesafe girmiş ilişkilerimde bile böyle olmadım ben. Tamam kızın hayaliydi, gerçekleştirdi, sevindik, kutladık, ama ya ben? Bende hafiften bir yalnızlık hissi oluşmaya başladı. Hoş eminim bu şekilde daha çok görüşeceğiz. Ben yakında Bodrum'a giderim. Yine giderim, hep giderim... Ama İstanbul'u sevmek için de sebeplerim bir bir azalıyor ya her an ben de radikal bir karar alabilirim... Tabi üşenmezsem...
Bu arada niye yok oldum yine ona gelelim...
Bu kız da ya aşık olunca ya ayrılınca yazıyor onun dışında da hep yok oluyor diyorsanız çok yanılıyorsunuz, oh şu an günahımı da aldınız bir güzel hafifledim. Çünkü başımdan annem yani Bayan Pire'li bir taşınma hikayesi geçti.
Biz periyodik olarak 7 ayda bir yok burası bize iyi gelmedi diye diye taşınıyoruz. Annemle birbirimizi gazlamaya bayılıyoruz. Bizim ailece garip takıntılarımız var, bir elbise alırım mesela, çok beğenirim, onu giydiğim gün garip bir olay olur, suçlusu o elbisedir, o elbise bana uğursuz gelmiştir, giderim bunu anneme söylerim, annem de hemen onaylar ve elbiseyi atarız. Hatta zamanında yakmışlığım bile var. İşte böyle oturduğumuz semti de kafamızda döndürdük durduk. Her yere uzak olmasını, siteyi sevmememizi bir kenara bırak bunlar standart ve mantıklı sebepler, bunları bizim bünyemizin dikkate alması pek mümkün değil ama o semtin uğursuzluğuna sonuna kadar inandık ve yaşadığımız her gün o girdapta boğulduk. Ve en sonunda 3 haftalık ev arama maceramız başladı. oturduğumuz yer İstanbul dışı gibi olduğu için, biz de pek bir hassas tipler olduğumuz için her güne 12'de uyanarak başladık, kendimize gelip evden çıkıyoruz, şehre iniyoruz, öğlen yemeği yiyoruz, bir kahve içiyoruz, sıcak diye gidip dondurma yiyoruz, ev bakmaya vakit kalmıyor, en fazla 1 ev bakıyoruz, en fazla, çünkü bakmadan döndüğümüz zamanlar da oldu. Hatta bir gün alışverişe bile dalmışız...
Neyse bu rehavetle 3 haftada ev bulmamız yine büyük başarı bence. Bir de annemin ev kriterleri çok yüksek, bir ara bir emlakçıya sıraladım adamın benzi soldu. Muhtemelen annemden sonra mesleği bıraktı.
Caddeye yakın olsun istiyor, 10 seneyi geçmesin istiyor, ilk 3 katta radon gazı tehlikesi varmış ilk 3 katı istemiyor, asansör fobisi var 5. kattan yüksek olmasın istiyor, 3 odalı olması lazım, en az iki odasının geniş olması lazım, mutfağının banyosunun yeni olması lazım, medeni insanların oturması lazım. 5000 tl kira ödemek gibi bir niyetim yok. Zaten boşuna havalara girmemin gereği de yok, o kadar parayı kiraya vermem mümkün değil ve bence mantıklı da olmazdı. Bir de sahibinden kiralık olacak, emlakçıların 5 dakika ev gösterip bir kira bedeli para almasını adil bulmuyor. Ama bana arada yap bu işi bak iyi para var diyor. İşte ben 3 hafta boyunca bu kriterlerde ev bulamadıkça anne tiribi yedim. O yorgunlukla hep trip yedim. Trip attığım tüm sevgililerime sesleniyorum, siz bir de annemden trip yiyin, beni de öpüp başınıza koyun. Yalnız bir dakika hepiniz öpemezsiniz. Bazılarınıza günahımı vermem. Bazılarınız öpebilir. Hazır merkür retrosu, bir kaç geri dönüş bana iyi gelebilir.
Neyse konuya döneyim. Bir gece yine Kırmızı Kafa'yla gelenekselleşmiş telefon konuşmamızı gerçekleştirirken , ortada taşınacak bir ev yokken, ben dışı pembe bir eve taşınacağım dedim. 3. gözüm açıldı galiba trip yemekten.
Aradan 1 hafta geçti, telefonda ev tuttum. Eve çok önceden bakmıştım ve sadece 1 dakika bakıp olmaz bu ev deyip çıkmıştım. Evin hiç bir yerini hatırlamadan, telefonda ev tuttum. Madem böyle yapacaktım, neden o kadar gezdim onu da bilmiyorum. Eve taşındım. Yerleştik, ve daha dün, evin dışının pembe olduğunu fark ettim. 1. kata taşınıcam dedim 1. kata taşındım. Odamda banyo olacak dedim odamda banyo var. Ev az katlı olacak dedim ev 5 katlı.
Radon gazı mevzusu hariç annemin bütün kriterlerini karşıladım. Bence bundan sonra Evren tarafından ödüllendirilmemem için hiç bir engel kalmadı.
Bu sırada yine garip bir tesadüfle karşılaştım.
Bay Tarçınlı Kahve'nin annesinin ürünlerinin bilmem nesinin müdürü olduğu firma beni sosyal medya uzmanı olarak iş görüşmesine çağırdı. Yer Ömerli'de... Gitmem mümkün değil, ben markete giderken bile 3 kere düşünüyorum. Normalde servisi var ama ben öğrenciyken bile servise yetişmiş insan değilim, ayrıca görüşmeye nasıl gideceğim? Şile otobüsüyle gidiliyormuş. Birincisi Şile'den nefret ediyorum, ikincisi ben o iş görüşmesine gitsem, o gün dönemem bir otelde konaklar ertesi gün dönerim, neyse hemen pratik zekamla eski sevgilimi aradım. Şu annemin bayıldığı, eskiden aynı semtte oturduğum, banyomda hamam var diyen iri çocuğu. Neden onu aradım? Çünkü benzin istasyonları Ömerli'ye yakın. Leb demeden leblebiyi anladı bu sefer, yalnız çok değişmiş, çok duygusal olmuş, bayramdaki aşık, bana aşırı meyilli hali devam ediyor ve ben seni alır götürürüm beklerim, sonra da eve bırakırım dedi.
Ama gitmedim.
Çocuk yüz kere aradı, açmadım.
Biraz önce Merkür Retro'su ve geri gelen eski sevgililerle ilgili kurduğum cümle tamamen şakaydı yani.
En gereksiz şey çünkü.
Bu adam bana zamanında öküz gibi davrandı. Şimdi insan olsa neye yarar?
Hoş bunu ben de sevmemiştim zaten.
Peki ya sevdiklerim? 2 tane bilemedin 3 tanedir.
Bay Tarçınlı Kahve dönse mesela, istemem artık. Toparlayamayacağı kadar kırmış. Sonra da ben kendim toparlanmışım. Artık bir şey ifade etmiyor. Sevgim bitmiş.
Huzur mühim mesele...
Kimdeyse ben oradayım artık.
Peki başka aksiyon yok mu dersen?
Olmaz mı?
O da sonraki yazıda artık... :)

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Açık Konuşalım...

Yine uzun bir ara verdim değil mi? Aslında o sırada bu blog çok açıldı, çok mevzu anlatılacaktı. Hatta bir penguen belgeseli bile yayınlamaya karar verdim arada, malum ülkede de mühim mevzular olduğunda olaylar akıp giderken biz belgesel izliyorduk. Ben de olup biteni herkesten habersiz yaşarken bir belgeselle ortamı şenlendirebilirdim. Ya da her zaman yaptığım gibi buradan giydirebilirdim. Fakat bana garip bir şey oldu. Tam laf sokacağım, bir kalp sızısı, bir vicdan. Hadi soktum diyelim, yine bir sızı. Kimseyi istememe hali...
Sadece saatlerce çalışma hali...
Uzun muhabbetlerden de sıkılır oldum. Ağız tadıyla bir dedikodu yapamıyorum. Tam yapacağım, bir sıkıntı geliyor. Ay ben bu aralar hiç çekilmiyorum sayın okur. Sanki hayat akıyor, ama benim odamın dışında bir yerde. Ben seyrediyorum ama onunla beraber akmıyorum.
Bir de iğrenç bir telepati durumu var hayatımda bir kişiyle. Çok fena. Hayatımda böyle olmadım. Tamam birini düşünürsün arar vs. bunu hepimiz yaşıyoruz. Keşke öylesi olsa , umrumda olmaz. Ama hayatından çıkarttığın bir insanı, merak etmek istemiyorsun. Stalklara doyamayan ben onu bile yapmak istemediğim bir dönemdeyim şu an. Ona bile üşenecek durumdayken. İçimde bir ses durmadan beni sinir ediyor.
Mevzu maalesef Bay Aşk. Bu zat-ı muhteremle mevzuyu malum kapattık. Ben önce bir göçtüm. Kırmızı Kafa beni gördüğünde garip baktı. Sonradan itiraf etti, küçülmüşsün diye. İşte o görüntü o his neydi onu irdeledim önce çocuk gibi kalmamın sebebini irdeledim. Şimdi irdeledim deyince de baya uzun uzun oturup düşündüm sanılmasın. Çünkü benim bir mevzuya öyle uzun uzadıya odaklanmam pek mümkün olmuyor. Neyse o konuyu başka bir gün kendimi de göme göme anlatırım. Gelelim küçülme olayına, artık bu olay omuzlarıma nasıl yük olduysa benim, ruhum nasıl daraldıysa benim, içim bana nasıl küstüyse artık, beni böyle gören olmamıştır daha önce. Hoş kırmızı kafa ve abimden başka bir de bir kaç kafa dağıtacak bana beni anlattırtmayacak insanı aldım hayatıma, o kadar. Kimseyi istemez bir hal almışım. Öyle basit bir aşk acısı falan değildi bu. Aşk acısı da değildi zaten. İçim ezildi. Kendime küstüm, kendime yakıştırmadım, kendime kızdım. Tam 1 ay şuursuz yaşadım. Gülüyormuş gibi yapmak, uyuyormuş gibi yapmak, dinliyormuş gibi yapmak, kısacası yaşıyormuş gibi yapmaktı 1 ay benim için. Bitkisel hayatın bir tık üstünde oturmuş, kahvemi içiyorken garip bir şey olmaya başladı. Bay Aşk'ın hiçbir şeyiyle ilgilenmiyorken içimde garip bir his oluşmaya başladı. Çok salak mevzular için olmasa güzel bir özellik ama nedense hep bir stalk'a yöneltme durumu. Şimdi şöyle, adamın instagram hesabı açıktı, bundan bir süre önce durup duruken dedim ki yarın kilitleyecek, kilitledi.Üst üste fotoğraf paylaşan bir tip değil, paylaşacak diyorum paylaşıyor. Sonra şu gün whatsapp fotoğrafını değiştirecek diyorum, o gün değiştiriyor. Sonra dün gece çalışırken kafamda durup duruken Sibel Alaş'ın bir şarkısı dönmeye başladı. Hem de öyle bilinen bir şarkısı değil. "Bin yıldız" diye bir şarkı. Şarkı o kadar eski ki, şarkıyı kafamda yarım yamalak döndürdüm, delirdim, sonra buldum şarkıyı, indirdim, takılmış plak gibi bütün gece dinledim. Ulan dedim niye taktım bu şarkıya ben, sözlerini bile hatırlamıyorum doğru düzgün. Bugün insan içine çıkmaya karar verdim. Alışverişe gittim. Bir insanın kafasından Elbise seçerken şu geçer mi? "Kilitlediği hesabı şu an açtı". Kendime artık bu saçma sapan tesadüflerin hissinden kurtulmam gerektiğini ispatlamak için üşenmedim, elimdeki elbiseleri olduğu yere bıraktım. Çantamdan telefonu çıkarttım ve kilitli hesabı gördüm. Oh dedim. Kurtuldum çünkü aklımdan geçsin istemiyorum. Ben artık hiç böyle şeyler yapmak istemiyorum. Tam telefonu çantama atıcam, sayfayı yeniledim, hesap açıldı. O fotoğrafı yerim. O ayrı. O konuya girmeyeceğim. Adam piç, koyar öyle fotoğraflar. Onda sıkıntı yok. Altında Ali Lidar'ın içinde " yıldız " geçen bir şiirini paylaşmış. Ve ben Ali Lidar severim. Ama o anda benim beynim nasıl dönmüşse ben onun Ali Lidar şiiri olduğunu hatırlayamadım. Google'a yazmaya da öyle bir üşendim ki. Bizzat kendisine öküz gibi sordum. Öküz gibi de cevap aldım. Cidden adamla dalga geçiyormuş gibi sormuşum yalnız. Hoş şu var. İçimi bildiğini idda etmişti bir zamanlar. Hadi bakalım, sen de hissetsene benim hakkımda bir şeyler. Nerdeee? Yalnız Allah'ım burada bana bir hissetme lüksü vereceksen illa, daha verimli ve mühim konular üzerinde çalışsak? Ya çok komik değil mi sanki beynimin içinde bir yer var, bildirimleri ac kısmına tıklamışım beynime bildirim geliyor. Gelmesin kardeşim. Tamam ben daha önce bu blogda herkesi anlattım, tamam ben twitterdan laf soktum. Tamam ortama bir aylık stalk'a 30 gb internet harcadım. Ama istemiyorum. Bu sefer gerçekten istemiyorum.
Eski sevgili instagram hesabı açma kapama zamanı benim hayatıma olumlu ne katabilir? Artı ben bakmayacakken bile aklımdan bu geçince bakıyorum. Bana gelen ilham mıdır bu? Evren'den mesaj mıdır? Neyse ben onu istemiyorum. Böyle telepati olmaz olsun. Ya da şu var, adam o kadar ben ki, ben biliyorum ne yapacağını. Ama bunun içinde düşünmek kafa yormak lazım değil mi? Bu öyle olmuyor, ilham gibi birden geliyor 🙃 Illa ilham gelecekse ne bileyim bir şiir olur, beste olur, instagram bildirimi nedir yahu? Yani yapayım bir beste , kendi karga sesimlr yılın sanatçısı olamasam da, satayım en azından. Neyse dönelim mesaj konusuna, o bir basiret bağlanmasıdır. Hüķümsüzdür. Şiir çok güzeldi beynim bulanıktı buhranıdır.
Böyle mesaj atınca da 24 saat adamın hesaplarını didikleyen boş insan tipine büründüm.O nerden bilecek bu saçma sapan his meselesini. Artı kim inanır?  Şu an gözümde onun kafası, kafanın yanında bir düşünce balonu, balonun içinde ben ve alnımda boş insan yazıyor. çok fena oluyorum. İçimi de nah biliyor. Al işte bak boş insanım ben şu an. Ortalama 9 saat çalışan, tatil günü olmayan, boş kalan bütün zamanlarında da ikinci kitabı yazan ben, boş insan statüsüne düştüm. Ben bu hisleri napayım ki şimdi? Hislerime de kırgınım şu an evet.
Başka tesadüfler de var bir de...
Teker teker yazsam, telepati tezi olurum.
Ama ben tez olmak istemiyorum.
Ben sadece mutlu olmak istiyorum...






4 Temmuz 2017 Salı

10 adımda eski sevgilinizi döndüreceksiniz :)

Yani yürüyün bi on adım döner belki?
Şimdi aslında yazının başlığı "Hamamı üstüme yap sevgilim" olmalıydı. Ama nedense öyle yapmadım.
Bayramın ilk günü, malum İstanbul'daydım anneciğimi yalnız bırakmamak için. Bir de iş güç var, biz elin ecnebilerine çalıştığımız için bize bayram tatili yok. Çalışmaya alışkın olmayan bu bünye saçı başı dağıtmış. Bakımsızlıktan ölüyorum. Kaşlarımı dahi aldırmamışım o kadar fenayım. Tırnaklarım ojesizlikten ağlıyor. Sabahtan akşama kadar çalışıyorum ve asla dışarı çıkmıyorum. Günler böyle geçip gidiyordu. Bayramın ilk günü de benim için bundan ibaretti...
Taa ki annem, bana hemen açık market bul , bulaşık makinesi deterjanı bitmiş diyene kadar...
Allah'ım ne ulvi bir görev değil mi?
Bayramın birinci günü bütün marketler kapalı , en gereksizi açık. Bize en uzak, bizim en sevmediğimiz, içi her daim fakirlik ve çamaşır suyu kokan marketimiz açık.
Saçım deli topuzu, çalışmaktan morarmış göz altlarım isyanda, Kırmızı Kafa'nın tabiriyle kaşık kadar kaldığım için üstümden düşen elbisem fakat bunlarla aşırı derecede uyumsuzluk gösteren aşırı bakımlı ayaklarım ve taşlı terliklerimle fakir markete ( biz böyle diyoruz ) annemle yürüdüm.
Şimdi markete giden yolda bir kanatçı var, bu kanatçının sahibi, benim şu annemin bayıldığı fakat bana durmadan adımla hitap eden öküzün üst versiyonu eski sevgilimin arkadaşı. Önünden geçerken de aklımdan geçti, bu adamla aynı yerde oturup da nasıl olur da 2 aydır hiç karşılaşmayız acaba öldü mü diye. Ama inanın 2 saniye falan aklımdan geçti. Zaten aksi mümkün değil. Adamı hatırlamamış bile olabilirsiniz, hani şu blog nedir diyen vardı ya işte o. Bay öküz. Neyse konuya dönüyorum, fakir markete gittik. Annem bulaşık deterjanı buldu, deterjan on kilo mudur nedir boyum kadar kocaman bir kutu. Aldım elime fakir market poşetini sallana sallana yürüyorum. Tam kanatçının önündeyim, kafamı bir çevirdim, yola bakan en kenar masada bizimki oturuyor. Adam bi kaldı önce, malum, sinir olmuşum küfretmişim, ama aynı anda selam vermemizle, kanatçıdan çıkıp yanıma uçması bir oldu. Zaten adamda 5 metre bacak var , irinin de irisi, uzunun da uzunu bir adam bu, zor olmadı onun için tek adımda dükkandan çıkıyor yani. Neyse , sarıldık öpüştük yani bayramlaştık anlamında, yanımda annem var lütfen yanlış bir şey anlaşılmasın. Annemin tabi bir şeyden haberi yok. Aramızın bozuk olduğunu bilmiyor. Annem muhabbeti uzattıkça uzatıyor.
Bir de bana dönüp demez mi, ya bu çocuk ne kadar tatlı kızım sen hep geçiştirip duruyorsun , oğlum sen benim kıza bakma, o esereklidir, bize de gel istediğin zaman, hep beraber otururuz diye. Valla seviyorum bak ben bu çocuğu da dedi. Bizimki zaten 5 metre, o laflarla oldu 10 metre.
Ya anne, bu adam beni şimdiye kadar eşofmanla bile full makyaj görmüş, kebapçıya mini etekle gitmişim, kahve içmeye kırmızı rujla gitmişim.
Bu adam beni şuan yakası omzumdan düşen elbisem, yamuk topuzum, çıkmış kaşlarım, mor göz altlarım ve kirece dönmüş suratımla gördü. Bu adam az önce hortlak gördü anne.
Ya iğrencim. Adamı umursadığım için değil. Fakat kaybettiğin Takıntı'ya dön de bir bak istedim desem, vallahi iyi ki kaybetmişim der, kurban keser, o şekilim. Anne dedim, çok mu fenaydım, yooo sadece doğalsın sıkıntı yok dedi, avunmadım.
Zaten adamı her yerden silmişim. Numarasını da silmişim. Whatsapp fotoğrafım ise sadece kişilerime açık olduğu için muhtemelen onu engelledim sanacak. Yani aramayacak, mesaj atmayacak demektir.
Ayrıca o bir aslan burcu. İnsanlar etten kemikten, O tabi ki sadece ve sadece egodan ibaret. Aramaz.
Aramasın da zaten.
Eve döndüm, işime devam ettim. Bütün gece çalıştım. İnstagram'da bu uzunun kuzenini takip ettiğim için gördüm, rakı içmeye gitmişler. Kuzenini de bir severim. Adam sanki aynı aileden değil. Sık yanaklarını oyuncak gibi sev o derece, neyse ki abimiz, neyse ki benden 10 yaş büyük de öyle saçma hareketler yapmıyorum.
Ve gece tam 12, bizim uzundan insanlık için küçük kendisi için büyük bir mesaj geldi,
"Naber CANIM?"
Ulan ayı, sen ne zaman canım demeyi öğrendin?
Neyse, dedim bu nasıl olsa arka arkaya en fazla üç cümle kurmayı becerebiliyor. Durup dururken insan kırmanın anlamı yok, nihayetinde 3 günlük sevgilimdi ama bunun yanı sıra da 15 senelik arkadaşım. Ve inanın arkadaş olarak da seviyorum, normal muhabbet ettim. Geyik, naber , napıyorsun, nasıl gidiyor, bakın vb. bile demiyorum yok çünkü 3 tane.
Tamam görev bitti dedim.
Aradı.
Bak ben süslü cümlelerden hiç anlamam, evet çok öküz bir adamım farkındayım , bir insana da kendimi kaptırmak hiç bana göre değil ve sana aşık olmaktan korktum,çünkü sen insanda her an bırakıp gidecek hissi yaratıyorsun dedi.
Bunu ilk kez duymuyorum, o konuya geleceğim sonra.
Ama bu adam bu kadar uzun cümleyi nasıl kurdu? Diyeceksiniz ki içmiş. Ben bu adamla çok içtim, bu adam uzun mesafe araba kullanacaksa 1 duble içmiş bile olmayabilir. Acayip prensipli ve düz bir adam bunu anlamışsınızdır.
Peki benim normalde bu adama uzun uzun cevap vermem giydirmem, fırsatını bulmuşken saydırmam lazım değil mi?
Saydırmadım sayın okur.
Olabilir dedim sadece.
Kapının önündeyim aşağı iner misin 5 dakika göreyim dedi, inemem amele misin dedim.
Salak salak kapının önünde napıcam dedim. Tamam beklerim hazırlan, gidip bi kahve içelim, konuşmamız lazım dedi, giyinemem yorgunum dedim. Pijamalarınla in gidelim dedi, inmem dedim. yorgunum görmedin mi akşamüstü dedim, bence gayet doğaldın ve öyle daha iyisin dedi( anneme çekmiş bu da ), ve ben nihayetinde aşağı inmedim. Adam 1 saat kapımın önünde benimle telefonda konuştu.
Bana geri dönmek istedi. Beni al adam et dedi. (Ben aslan terbiyecisi değilim).Ben senin o son attığın mesajdan sonra tepkinden korktuğum için sana yazamadım dedi. Bugün de selam vermeyeceksin sandım dedi. Sen inanılmaz güçlü ve herkese karşı duvarları olan bir kızsın, sen o duvarları kaldır ve devam edelim dedi.
Sadece yanımda öylece otursan da bana yeter benim seni sürekli görmem lazım dedi.
Ben başkasını istemiyorum, hayatımda seni istiyorum dedi.
Korkuyorum ama kendime de engel olmak istemiyorum artık dedi.
Biz çok özel şeyler yaşadık dedi( ben cidden orasını bulamadım, kahve içtik, kebap yedik)
Biz birlikte mükemmel oluruz dedi( bunu nerden çıkardı anlamadım)
Ben seninle arkadaş kalamam mümkün değil dedi, ki bu adam ben ona ya biz arkadaşlığımıza yazık ederiz, hiç sevgili olmasak mı dediğimde, ben rahat insanım, bence olmazsa sorun yok arkadaş kalırım, kalamazsan sen bilirsin diyen adamdı.
Beni hiç konuşturmadı.
1 saat durmadan kendisi konuştu.
Ve kapımın önünden ayrılmadı.
Ben kulaklığı taktım, adam orda konuşurken Kırmızı Kafa'yla mesajlaşmaya devam ettim.
Arada sen Aslan burcusun ya bu kadar şaapmasan dedim. Başlarım burcuma şimdi dedi, devam etti.
Etti, etti, etti...
Uykum geldi, ben arada bi 5 dakika sızdım.
Uyandım hala telefondayız.
Dedim benim çok uykum geldi. Sabah erken kalkıcam(yalan). Kapattık.
Hiç bir söylediğine cevap vermedim.
Abime seyahat sponsoru arıyorduk, Kırmızı Kafa sor bakalım tanıdığı var mıymış deyince bi mesaj attım o kadar. Atmaz olaydım. Eve gidince de aradı. 1 saat daha esir aldı beni.
Sanırsın adama 3 çocuk verdim.
Sadece şunu söyledim. "Geçirdiğimiz zamanı çok abartmışsın."
Yalan mıydı yani her şey dedi ya :D
Evet canım, kebapçıdaki adana aslında urfaymış. Hey Allah'ım!
Gece 3'e kadar bu adamla mücadele verdim. Geri dönmediğim için bir de trip yedim.
Bu adamı da uzun cümleler kuran, trip atan kısacası yaşayan biri haline getirdiğim için bana kimse plaket vermeyecek biliyorum.
Bir de başkasıyla çıkarım diye tehdit etti beni.
E çık arkadaşım.
Ben de çıktım, yine çıkarım. Çıkarım lafı da çok sinir.
Sen de sinirsin zaten.
Yalnız şu sen çok güçlüsün, senin duvarların var ve senden korkuyorum cümlelerini bu üçüncü duyuşum. Bunu irdelemem gerektiğini hissediyorum.
Adam mı yiyorum? Gece vampire mi dönüşüyorum? Nerem güçlü? Ve o duvarlar tam olarak nerede?
Muhtemelen bundan sonraki yazım böyle genel bir hal alacak.
Yalnız, geri dönmeyen eski sevgili de kalmadığına göre, sezonu kapatmış bulunmaktayım.
Eskileri eskide bırakmak iyidir.
Siz başlığa aldanmayın, 10 adım yok. Yani aslında var, ama taktikle gelecek adama da şahsen benim hayatımda yer yok. Sizin de olmasın.
Ama bu adam döndüyse sizinkiler de döner merak etmeyin.
Bu adam konuştuysa, üstüne bir de uzun konuştuysa, bu adam duygularını ifade ettiyse, hepinizinki gelecek.
Takıntı söylemişti dersiniz:)
Hoş umrumda mı?
Değil.
Hamam lazım mı?
Hiç değil!
Hadi öpüldünüz:)

25 Haziran 2017 Pazar

Pardon Size Abi Diyebilir miyim?

Bir haftadan fazla oldu yine yok oldum ben , ama bu sefer gerçekten çok çalıştığımdan. Ama arada abimi buldum. Evet benim bir abim varmış:) Valla DNA testi istiyorum, annemin ağzını aradım hani benden önce öyle bir durum oldu mu, olduysa çocuğu nereye bıraktın da dilenciler çetesinin eline düşmeden bir aile sahiplendi  gibisinden. Annem boş baktı. Sanırım akli dengemden şüphe ettiği bir dönemdeyiz.
Neyse gelelim o mükemmel güne...
Nasıl mübarek bir günse artık o gün, benim favori dostum Kırmızı Kafa'nın doğum günü. Hadi kutlayalım içelim dağıtalım desek, hem ruh halim içip içip naralar atacak kıvamda, hem Kadir Gecesi çarpılmaktan korkuyoruz. Napsam da Kırmızı Kafa'cığımı mutlu etsem dedim ve ona son derece sıkıcı bir toplantı ayarladım :D
Arkadaş kazığı budur işte.
Ama o ses etmedi, o da ruh halime verdi, deli gibi çalışmama verdi ve tamam dedi.
Peki ben birine kazık attığım zaman Evren boş durur mu?
Durmadı...
Şimdi ben Şile'ye yakın oturduğumdan ötürü uzun bir yolculukla Kadıköy'e geçeceğim , günlerin uykusuzluğu beni iyice duygusallaştırmış. Ama o sabah kendime söz vermişim, bundan sonra varsa yoksa işlerin kızım Takıntı bak sakın ola ki eskileri kafana takma diye almışım kendimi karşıma konuşmuşum. Buna tanık olan ev halkı usulca odalarına çekilmiş, bana adeta bir şizofren muamelesi yapılmış. Kireç gibi olmuş yüzüm makyaj tutmamış, yemek bile yemediğimden verdiğim kilolardan üstümden düşen kıyafetlerimle hint fakiri görünümünde dolmuşa bindim.
Dolmuş dediysek, sarı dolmuş. Kokmayan insanların bindiğinden :D
Zaten aksi bir durumu kaldıracak durumda değilim. Neyse beni küçük gören yanıma oturup yayılıyor. Ben de çok çaktırmadan dizimle ittiriyorum insanları falan. Böyle bir mücadele içinde yolculuğumuz tam başlayacakken annem dolmuşun kapısında belirdi. Yol uzun deyip elime bir poşet tutuşturmaya kalkıştı. Yolluk hazırlamış bana...
Sonra da arkamdan uzun uzun el salladı.
Evet Kadıköy'e gidiyorum...
Ama biz anormal bir aileyiz.
Neyse taktım kulaklığımı, gözümde gözlük, kafamda şapka, dünyayla iletişimim yok. Muhtemelen dedektif gibi görünüyorum. Ama eskiden herkesi çok takan ben, artık dünyayı umursamıyorum. Yeni sayfa açmışım. Toplantıya gidiyorum. İş , iş , iş derken Evren vurdu beni.
Bu Bay Aşk'la biz sevgiliyken, bana bir restorandan bahsetmişti, ikimizin adıyla aynı olan bir çift, kendi isimleriyle bir mekan açmış. Evlenip gitmiş ve salaş bir restoran açmış yani. Ben de söylediği ilk gün instagramdan hesaplarına bakıp mesaj atmıştım yavşak yavşak. Benim de sevgilimin adı sizinkiyle aynı. Bu ne güzel tesadüf vs vs vs vs ...
Ulan o gün cevap vermeyen insanlarsınız. Neden 2 hafta sonra cevap veriyorsunuz?
Verdiler, bize mutluluklar dilediler, tanışmak istediler, mekanlarına davet ettiler...
Dolmuştayım. Haydarpaşa'da Siyami Ersek hastanesinin tam önünden geçiyoruz. Kaptan çek sağa kalp krizi geçiriyorum demek istedim. Ama naptım? Restoran sahibine sanki babamın kızıymış gibi ayrılığımı anlattım uzun uzun. O da cevap verdi vallahi. Neyse sözleştik, mekan güzel, ben gideceğim. Rakı balık yapacağız. Hayat böyle düz bir şey değil mi?
Bakalım öyle miymiş?
Toplantıya gittim. Toplantı dediysem bi kafedeyiz, yayıncı bir arkadaşımla toplantımız. Yeni kitap için...
Toplantıya, Kırmızı Kafa'nın bir arkadaşı geldi. Kırmızı Kafa'cığımızın doğum günü şerefine...
Bir insanı hiç tanımadan kapıdan girdiği anda o geldi dediniz mi? Vallahi ben dedim.
Masaya oturdu, yayıncı arkadaş kalktı. üçümüz kaldık. Adam benim aynımın bir kaç yaş büyük erkek versiyonu. Laflar aynı, muhabbet aynı, cümleler aynı. Ve ben soğuk bir insanımdır, hiçbir şeyimi anlatamam. Bir baktım ben baya baya en ince ayrıntısına kadar Bay Aşk'ı falan anlatabiliyorum. Ama günlerce ağladığım o hikayeyi yerlere yatarak anlatabiliyorum. Günlerdir gülmeyen beni, gülmekten masaların altına sokuyor adam. Ama çaktırmadan da ayıltıyor. Muhteşem üçlü olduğumuzu hayatımda ilk kez hissettim. Hayatımda ilk kez ulan dedim, bir abiye sahip olmak nasıl güzel bir şeymiş. Ve günün sonunda o içten sarılması yok mu? O anı unutamam. O nasıl naif nasıl güzel bir samimiyettir? Bu daha başlangıç, biliyorum ki Kırmızı Kafa, ben ve O mükemmel zamanlar geçireceğiz. Hoş ben rahibe ve kezban olduğum için beni bir manastırın kapısına bırakıp gidebilir biliyorum, ama öyle bile yapsa arada kontrole gelecektir.
Size hatalarınızı güldürürken hissettiren biri olsun hayatınızda. Ben hatalarımı anladığımda gidip Bay Aşk'tan özür diledim. İçimi kemiren de buymuş , ayrılık acısı falan değilmiş. Diledim ve o saniye üstümden bütün yükü attım.Hani çok yersin midene oturur, bir soda içersin, hayvan gibi geyirirsin ( ki ben yapsam kesin kusarım) ama illa yapmışsındır. O anki rahatlama var ya, aynı onun gibi. O an o sodaya duyduğun minnet gibi :)
Soda gibi adamsın O.E ( 37 ) , sana henüz isim bulamadım ama bunu düşünmek için uzun zamanımız olacak nasıl olsa :)

Mükemmel bir sanatçı, inanılmaz bir fotoğrafçı, bundan sonra adından her bahsedildiğinde göğsümü gere gere, en önden onu alkışlayacağımı biliyorum.
Ama tüm bunların yanı sıra böyle bir abi buldum ya, kovsa bırakmam :D
Hayat bazen bazı şeyleri en başından vermiyor olabilir. 32 sene bekletmiş olabilir, ama ne demişler geç olsun güç olmasın :)
Hayatıma hoş geldin, tam eskileri çöpe atmışken, yepyeni şeylere adım atmışken, gözümü açmamı sağladığın için...
Teşekkür ederim :)  

12 Haziran 2017 Pazartesi

Her şey Yolunda...

Yüz yıl sonra çalışmaya başladım. Deli gibi çalıştım. 2 gün boyunca sadece uyumak için durdum ve hep çalıştım. Yarım yamalak almancamla , alman e ticaret sitesinde çalıştım. İyi geldi bana, mecburen odaklanıyorsun. Fonda ağlak şarkılar çalıyor mesela, ama duyamıyorsun. Çünkü anlamadığın bir dili çözmeye çalışıyorsun. Eğer sevgilinizden ayrıldıysanız, bilmediğiniz bir dilde iş bulun bence. 2-3 gün derdinizi öteleyin. Zihniniz size yok ya umurumda değilmiş oyunu oynasın. Sonra nasıl olsa ya Evren görevi eline alır, size en olmadık yerden darbesini indirir. Ya da zihniniz bir an olsun susar ve patlarsınız.
Ya da hisleriniz kuvvetlidir. Birden içiniz sıkılır.
Bana bugün markette olanlar oldu yine.
Nedir benim bu marketlerden çektiğim bilemiyorum. Gönül rahatlığıyla hıyar , domates seçemiyorum, hoş ben hiçbir şeyin doğrusunu seçemiyorum.
Ay ne geyik yaptı bu kız diyorsunuz şu an ama ben hazırlık yapıyorum  yazıya...
Neyse tamam başlıyorum o zaman.
Aldığım marulu poşetleyen görevli bana Bay Aşk'ın çok kullandığı bir cümleyi kullandı. Ya alın o anda beni yemin ediyorum marulun çıktığı yere gömün istedim. Markette ağladım lan. Markette ağlanır mı? Allah kahretmesin beni. Ama iki pıt pıt o kadar yani. Hemen toparlandım.
Sonra eve yürürken içimden bir ses bana bu adam seni sosyal medya hesaplarından sildi dedi. Ve eve gidip baktım bayantakıntı hesabımdan bir de üçüncü bir hasabım var ordan silmiş. Kişisel hesaplarım kalmış bir tek. Yalnız var ya sabah istemiştim bunu. Görmese keşke yazdıklarımı demiştim.
Şimdi de görmeyeceği için rahatlıkla yazmaya devam edebilirim artık.
Öncelikle eski yazılarımı taslaklardan çıkardım. Yayınladım.
Yaşadım ben onları. Silmek istemiyorum.
O gün de biliyormuşum bir gün o günaydın mesajının gelmeyeceğini. Benim dediğim gibi olmuş.
Sonra çalışırken bir an gözlerimi kapattım. Sadece bir an.
Aklıma boynuyla omzunun arası geldi. Başımı oraya koyduğum zaman şah damarının atışını dudaklarımda hissediyordum. Hayattı o.
Kalbi benim gibi hep hızlı atıyordu aklıma o da geldi.
3 gündür ötelediğim ne varsa hepsine ağladım. Kendime yakıştırmayacağım kadar çok ağladım. Özledim ağladım, kızdım ağladım. Küstüm ağladım.
Onu sevdiğimi inkar edebilir. İnsanız belki bir gün ben de inkar edebilirim. Ama o omzuyla boyunun arasındaki yer var ya, ne ben bir daha oradaki kadar hayatın içinde hissederim kendimi, ne de orası unutur benim sevgimi.
O unutur.
Ben unuturum.
Ama şah damarı şahit oldu bir kere.
Ben onun anlamayacağı dilden seviyorum. Ve o bu dili çözmeye niyetli değil.
Göstermemiş de olabilirim. Öyle değilmiş gibi davranmış olabilirim. Korkmuş olabilirim. Nihayetinde insanız değil mi? Boyumdan büyük sevdim ve korktum kendimden. Kendimden başkasını bu kadar çok sevmek kolay hazmedilebilir bir şey değildi belki.
Ama bu götlüğü , bu sessizliği, bu hiçlik hissini , bu derin sızıyı unutmayacağım.
Yani "Her şey Yolunda" ama Sıla'nın şarkısındaki gibi...
Neyse ben en iyisi biraz daha çalışayım.
Yoksa...

10 Haziran 2017 Cumartesi

Çünkü Ayrılanlar Hala?

Ah be Attila İlhan...
Senin zamanında kalmış o iç yakan aşklar yok artık. Stalk var, hangi orospuyla takılıyor bu adam düşünceleri var, bu da mı gol değil diyen iç sesim var...
Ama bana kızma, ben aslında hep senin anlattığın gibi yaşamak istedim aşklarımı.
Ama bu zamanda gerçekten iyi olmak saçmalık.
Diğerlerini de içim kaldırmıyor benim...
Hani çok lezzetli bir yemek yersin fakat malzemesi kalitesizdir ya, oturur midene, yediğine yiyeceğine bin pişman olursun. Öyle aşklar var önümde...
Bu aşklarda çin tuzu mu var nedir? Glikoz şurubu da olabilir...
Fazla tatlıydı belki ama oldukça baydı.
Hayatımda ilk defa şu bloga yazdığım bir adamı silmek istedim. İlk defa kaldırdım yazılarını. Onca saçma sapan adamın yazılarını kaldırmadım da, son 3 yazımı burada tutmaya bile dayanamadım. Oysa toplum sağlığına katkısı olurdu belki, kalsaydı, adeta bir kamu spotu değeri taşırdı bilemiyorum. Fakat ben kamu spotlarına da pek itimat edemiyorum.
Hani orada adamın ciğer komple gitmiş mesela, içmeyin şu zıkkımı diye yalvarıyor ya, ben gidiyorum bir sigara daha yakıyorum.
Bende ters işleyen bir düzen var belli ki...
Yazılar hep taslakta kalacak mı bilmem, yayınların belki. Çünkü yaşadım. Ben yaşadım, o yaşamadı. Belki de hiç başlamadı bilmiyorum.
Aslında belki de hiç başlamamış bir şeyleri oldurma hobim var benim. Çok akıllı kız maşallah diyenlere inat, ben bunu kullanmayacağım diye direttiğim beynim en başından beri haykırıyor da, benim onu pek bir susturasım geliyor.
Güzel fragmanlara kanıp bir bilet alıyorum. Film çöp. Yönetmene, emeğine sağlık arkadaşım diyemiyorum. Emek yok. Filmdeki kötü karakter de olamıyorum çoğu zaman. Ama en çok ne olmak istersin diye soracak olursanız, figüran olmak istiyorum. Arkadan geçip giden olmak iyidir. Bu kadar çöp bir filmin içinde illa yer alacaksam ben, figüran olmak istiyorum. Duygusuzca arkadan geçip giden olmak istiyorum.
Ben gidiyorum.

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Nerde o eski bayramlar diyen teyzeler gibiyim....

2 gün önce bir heves yeniden yazmaya başladım ya, blog'la baya haşır neşir olasım geldi. Allah beni her konuda ya hep ya hiç olayım diye yaratmış. Sen 2 sene yazma, sonra gecenin 3'ünde tak kafana yaz. Gecenin 3'ünde insanlar napar? Normal insanlar uyur, sevgilisinden ayrılan aşk acısı çeker, ne biliyim en fazla insanın karnı acıkır , blog yazmaz...
Hadi yazdın, bir insan neden eski blog yazılarını okur ki?
Az önce oturdum, bütün yazılarımı okudum. Yalnız ben baya güldüm. Keşke benim gibi bir arkadaşım olsa dedim. Kusura bakmayın benim artık g.tüm kalkık, çünkü bir aslan burcu erkeğinin sevgilisi olmak bunu gerektiriyor. Körle yatan şaşı kalkar hesabı...
Gelelim fasülyenin faydalarına...
Şimdi ben eski yazılarımı okudum ya.
Kendime geldim.
Ya arkadaş ben herkese aşık oluyorum galiba.
Belki de takıntı yapıyorum ben bu herifleri.Halbuki hiç takıntılı bir insan da değilim ama ...
Bu listeden Bay Tarçınlı Kahve'yi hariç tutuyorum yalnız. Adamı çok istikrarlı sevdim. Sevmiştim yani. Sevmiyorum artık. Ama onu sevmişim yani. Okuduklarımdan bu sonucu çıkardım.
Hep araya birileri girmiş. Birilerine kaçmışım.
Bilanço çok ağır.
Blog nedir yenir mi diyen öküzden tut, kendisini at sanan bir arkadaşa kadar liste uzun. Akıl hastanesinde 15 gün konaklamış arkadaş da var, anasıyla değnekli bir üfürükçüye gidip bana büyü yapmışlar diyen adam da... ve ben annesiyle üfürükçü gezen bir adama ruh ikizim demişim. Akıl hastanesinden çıkıp bana karım gibisin diyen adamla evlenmeyi dilemek için Aya Yorgi'ye çıkarken 3 kere ölüm bir kere zatürre olma tehlikesi atlatmışım. Anam beğendi diye blog nedir deyip bana adımla hitap eden ve 15 yaşındaki kuzeniyle playstation oynamak için benimle kahve içmeye gelmeyen bir adamı hayatıma sokmuşum. Kendime çok haksızlık etmeyeyim ama en azından o öküze aşık değildim. Siz mahalle baskısı nedir bilir misiniz? İşte benim annem 10 mahalle gücünde olduğundandı o hata. Ah be anne , bu adam bana bizim evimizde hamam var, istersen saçlarını gel orada boya, rahat yıkarsın demiş adam, ah anne ya!
Peki ya diğerleri?
Ya ben bu adamlar için acı çekmişim, ama az ama çok.
Ve hepsinde bu sefer çok farklı hissediyorum demişim. Bay Aşk'ta da demişim.
Böyle birden gaza gelip girişiyorum olaya, sonra en ufak şeyde hevesim kaçıyor işte benim. Hop konunun başına dönüyoruz. Bende ya hep ya hiç durumu var. Hatta sorunu var diyelim.
Ne demek siyah ya da beyaz ol, ne demek grilerin olmasın.
Grileriniz de olsun bence. Çünkü ya beyaz ya siyah olmak çok yoruyor insanı.
Bugün eski yazılarımı okurken, yere çakıldım ben. Ah be kızım dedim, sen hep bu sefer çok farklı hissediyorsun sanmışsın dedim. Zaten 2-3 gündür de eskisi gibi değilim ben. Ha seviyor muyum, seviyorum sanki. Fakat fragman güzeldi bu ilişkide de , bu adam da değişti bence. Bir de benim en ufak şeyden hevesim kaçıyor. Ben ilgi istiyorum ya. Bunu artık kendime itiraf edebiliyorum. Gerçekten sevildiğimi her an hissetmem gerekiyor. Bu adamlardan da bunu beklemişim. Bir yerlerde eksik bir şeyler var, yama yapmaya mı çalışıyorum,yoksa içlerinden birini gerçekten sevebildim mi bilmiyorum. Kafamı karıştırdı eski yazılarım. Üstelik adam gerçekten değişti. Adamla değiştin diye dalga geçe geçe değiştirdim belki  bunu da.
Onu geç, üstümde gerçekten Bay Tarçınlı Kahve'nin laneti var. O mavi gözleriyle nasıl baktıysa bana, gözü değdi, ondan başkasıyla tam olacakmış gibi olurken ya olay bozuluyor , ya ben bozuluyorum.
Mesela şu an , gitsen Bay Aşk'a sorsan, mükemmel ilişkiyi yaşıyoruz. Hatta ruh ikiziyiz ( en azından bu üfürükçüye gitmiyor). Bana sor bir de?
Bana sorsan, bu adam değişti ( 100 kere daha yazabilirim)
Bana sorsan, tek bir hataya bakıyorum, ortada hata olmadığı için de hata yaratmaya çalışıyorum. Ne demek dün yazdığım yazıdaki gibi acaba günaydın mesajı atacak mı diye düşünmek? Atacak tabi, adama göre sorun yok ki...
Ama var işte ulan var.
Ben hep bu sefer farklı demişim. Ben hep birden gaza gelmişim. Şimdi bu sefer de aynısı mı yoksa bu sefer gerçekten farklı mı bilmiyorum ki... Anlayamıyorum.
Hevesim kaçtı yalnız benim.
Allah'tan blogu okumuyor.
Böyle nasıl anlatayım, bu sefer iyi olsun artık dersin, kaybetmek istemezsin, ama bir yandan da heves kalmamıştır , incir çekirdeğini doldurmayacak her şeyi kendine ispat yaparsın, haksız değilim ben, o değişti dersin ya, şu an oyum ben.
Hem istiyorum, hem istemiyorum.
Hem seviyorum, hem sevmiyorum.
Hem kızıyorum, hem kızmıyorum.
Ama bir yandan da ayıldım yazılarımı okuyunca.
Hepiniz bu sefer farklı diyorsunuz ya kızlar. O öyle değil işte...
Bence hepsi aynı. Farkı yaratacak olan her zaman için karşınızdaki. Adam gibi sevmeyi beceremiyor bunlar. Heves kaçırıyor bunlar.
Ben bu adamların hepsinde sevgi aramışım. Vermediklerini hissettiğim anda tırnaklarımı çıkartmışım.
Bunun da suyu ısınmak üzereymiş gibi bir his var içimde.
Ama en azından, bu sefer farklı diye bir şey de yokmuş , bunu anladım.
Döndürürse o döndürecek, giderse o gidecek...
Benden yana bir döneklik mevzusu hiç olmadı. Bu sefer de olmayacak.
Çok mu gömdüm bu adamı birden ya...
Adam benimle ilgilenmeyince, gömesim geliyor.
Farklı olsun bu sefer o zaman!
İlgilensin öküz!
Ah baba ya, sen  bana sevgini gösterseydin, ben böyle olmazdım belki....
Not: Yazarın devreleri yandı....

Edit: ( 2 saat sonra ) icimden bir ses sakin ol bu adam o okuzlerden degil diyor, seviyorum yaa!