-->

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Biraz Laflayalım mı..?

Ben yine kayıplara karıştım ama eminim ki siz artık buna alıştınız.
Bir kere bu uzun zaman içerisinde Kırmızı Kafa'm, diğer yarım, Bodrum'a taşındı. İnsanın en yakın arkadaşı başka şehre taşınınca çok garip oluyormuş. Normalde İstanbul'da kızın yanına gitmem, çekti gitti ya yokluğunu hissediyorum. Evinin önünden geçerken gözlerim doluyor. Günde 2 saat telefonda konuşuyoruz. Yine de kesmiyor beni. Araya mesafe girmiş ilişkilerimde bile böyle olmadım ben. Tamam kızın hayaliydi, gerçekleştirdi, sevindik, kutladık, ama ya ben? Bende hafiften bir yalnızlık hissi oluşmaya başladı. Hoş eminim bu şekilde daha çok görüşeceğiz. Ben yakında Bodrum'a giderim. Yine giderim, hep giderim... Ama İstanbul'u sevmek için de sebeplerim bir bir azalıyor ya her an ben de radikal bir karar alabilirim... Tabi üşenmezsem...
Bu arada niye yok oldum yine ona gelelim...
Bu kız da ya aşık olunca ya ayrılınca yazıyor onun dışında da hep yok oluyor diyorsanız çok yanılıyorsunuz, oh şu an günahımı da aldınız bir güzel hafifledim. Çünkü başımdan annem yani Bayan Pire'li bir taşınma hikayesi geçti.
Biz periyodik olarak 7 ayda bir yok burası bize iyi gelmedi diye diye taşınıyoruz. Annemle birbirimizi gazlamaya bayılıyoruz. Bizim ailece garip takıntılarımız var, bir elbise alırım mesela, çok beğenirim, onu giydiğim gün garip bir olay olur, suçlusu o elbisedir, o elbise bana uğursuz gelmiştir, giderim bunu anneme söylerim, annem de hemen onaylar ve elbiseyi atarız. Hatta zamanında yakmışlığım bile var. İşte böyle oturduğumuz semti de kafamızda döndürdük durduk. Her yere uzak olmasını, siteyi sevmememizi bir kenara bırak bunlar standart ve mantıklı sebepler, bunları bizim bünyemizin dikkate alması pek mümkün değil ama o semtin uğursuzluğuna sonuna kadar inandık ve yaşadığımız her gün o girdapta boğulduk. Ve en sonunda 3 haftalık ev arama maceramız başladı. oturduğumuz yer İstanbul dışı gibi olduğu için, biz de pek bir hassas tipler olduğumuz için her güne 12'de uyanarak başladık, kendimize gelip evden çıkıyoruz, şehre iniyoruz, öğlen yemeği yiyoruz, bir kahve içiyoruz, sıcak diye gidip dondurma yiyoruz, ev bakmaya vakit kalmıyor, en fazla 1 ev bakıyoruz, en fazla, çünkü bakmadan döndüğümüz zamanlar da oldu. Hatta bir gün alışverişe bile dalmışız...
Neyse bu rehavetle 3 haftada ev bulmamız yine büyük başarı bence. Bir de annemin ev kriterleri çok yüksek, bir ara bir emlakçıya sıraladım adamın benzi soldu. Muhtemelen annemden sonra mesleği bıraktı.
Caddeye yakın olsun istiyor, 10 seneyi geçmesin istiyor, ilk 3 katta radon gazı tehlikesi varmış ilk 3 katı istemiyor, asansör fobisi var 5. kattan yüksek olmasın istiyor, 3 odalı olması lazım, en az iki odasının geniş olması lazım, mutfağının banyosunun yeni olması lazım, medeni insanların oturması lazım. 5000 tl kira ödemek gibi bir niyetim yok. Zaten boşuna havalara girmemin gereği de yok, o kadar parayı kiraya vermem mümkün değil ve bence mantıklı da olmazdı. Bir de sahibinden kiralık olacak, emlakçıların 5 dakika ev gösterip bir kira bedeli para almasını adil bulmuyor. Ama bana arada yap bu işi bak iyi para var diyor. İşte ben 3 hafta boyunca bu kriterlerde ev bulamadıkça anne tiribi yedim. O yorgunlukla hep trip yedim. Trip attığım tüm sevgililerime sesleniyorum, siz bir de annemden trip yiyin, beni de öpüp başınıza koyun. Yalnız bir dakika hepiniz öpemezsiniz. Bazılarınıza günahımı vermem. Bazılarınız öpebilir. Hazır merkür retrosu, bir kaç geri dönüş bana iyi gelebilir.
Neyse konuya döneyim. Bir gece yine Kırmızı Kafa'yla gelenekselleşmiş telefon konuşmamızı gerçekleştirirken , ortada taşınacak bir ev yokken, ben dışı pembe bir eve taşınacağım dedim. 3. gözüm açıldı galiba trip yemekten.
Aradan 1 hafta geçti, telefonda ev tuttum. Eve çok önceden bakmıştım ve sadece 1 dakika bakıp olmaz bu ev deyip çıkmıştım. Evin hiç bir yerini hatırlamadan, telefonda ev tuttum. Madem böyle yapacaktım, neden o kadar gezdim onu da bilmiyorum. Eve taşındım. Yerleştik, ve daha dün, evin dışının pembe olduğunu fark ettim. 1. kata taşınıcam dedim 1. kata taşındım. Odamda banyo olacak dedim odamda banyo var. Ev az katlı olacak dedim ev 5 katlı.
Radon gazı mevzusu hariç annemin bütün kriterlerini karşıladım. Bence bundan sonra Evren tarafından ödüllendirilmemem için hiç bir engel kalmadı.
Bu sırada yine garip bir tesadüfle karşılaştım.
Bay Tarçınlı Kahve'nin annesinin ürünlerinin bilmem nesinin müdürü olduğu firma beni sosyal medya uzmanı olarak iş görüşmesine çağırdı. Yer Ömerli'de... Gitmem mümkün değil, ben markete giderken bile 3 kere düşünüyorum. Normalde servisi var ama ben öğrenciyken bile servise yetişmiş insan değilim, ayrıca görüşmeye nasıl gideceğim? Şile otobüsüyle gidiliyormuş. Birincisi Şile'den nefret ediyorum, ikincisi ben o iş görüşmesine gitsem, o gün dönemem bir otelde konaklar ertesi gün dönerim, neyse hemen pratik zekamla eski sevgilimi aradım. Şu annemin bayıldığı, eskiden aynı semtte oturduğum, banyomda hamam var diyen iri çocuğu. Neden onu aradım? Çünkü benzin istasyonları Ömerli'ye yakın. Leb demeden leblebiyi anladı bu sefer, yalnız çok değişmiş, çok duygusal olmuş, bayramdaki aşık, bana aşırı meyilli hali devam ediyor ve ben seni alır götürürüm beklerim, sonra da eve bırakırım dedi.
Ama gitmedim.
Çocuk yüz kere aradı, açmadım.
Biraz önce Merkür Retro'su ve geri gelen eski sevgililerle ilgili kurduğum cümle tamamen şakaydı yani.
En gereksiz şey çünkü.
Bu adam bana zamanında öküz gibi davrandı. Şimdi insan olsa neye yarar?
Hoş bunu ben de sevmemiştim zaten.
Peki ya sevdiklerim? 2 tane bilemedin 3 tanedir.
Bay Tarçınlı Kahve dönse mesela, istemem artık. Toparlayamayacağı kadar kırmış. Sonra da ben kendim toparlanmışım. Artık bir şey ifade etmiyor. Sevgim bitmiş.
Huzur mühim mesele...
Kimdeyse ben oradayım artık.
Peki başka aksiyon yok mu dersen?
Olmaz mı?
O da sonraki yazıda artık... :)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder