-->

25 Mayıs 2014 Pazar

Biriktiriyorum....

Hani bazen çok şey olur ama onları kelimelere  dökebilmek için hazmetmen gerekir ya...
İşte ben böyle bir hal içindeyim...
Az sindireyim, çatır çatır giydiricem, çok pis giydiricem, çok doldum, çok!!!!
Bombalar bu hafta, bekleyin....

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Canımız yandı ama...

13'ün mü uğursuzluğu nedir, canımız yandı... Yandı yanmasına ama başımıza gelen bu felakette bir kez durup düşündük mü ? Amacım asla sitem etmek ya da can yakmak değil... Tahminimce Soma Faciasına canı yanmayan kimse yoktur. Varsa zaten bir zahmet blogumu terketsin, hatta ülkeyi, hatta dünyayı terk etsin...
Günlerdir kelimeler boğazımda düğümlü, elime kalem alamaz hale geldim... Ne yazacağım günlüğüme ben? Çocuklar babasız kaldı, anneler evlatsız, eşler kocasız mı? Peki dünyada böyle olmuyorken neden benim ülkemde bunlar oluyor?
Benim kendi adıma içim rahat, ben sebep olmadım bunlara ama olanların vicdanı sızlasın istiyorum, tabii varsa...
Sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkartmak isteyen canım kardeşimize hepimizin canı ayrı ayrı yandı eminim... Peki biz olsak çizmemizin o sedyeyi kirletmesine üzülür müyüz? Üzülmeyiz, üzülmememiz gerekir... Çünkü candan kıymetli hiçbir şey yok... Neydi o güzel ruhlu işçimizin kendisini bu kadar değersiz hissetmesinin nedeni? Sadece devlet mi? Hayır.. İşin içinde halk da var sayın okuyucu... Arkadaşı evli , bebeği var diye onun kurtulmasını isteyen kardeşimiz gibi miyiz? Toplum işçilerimizi ezmedi mi senelerdir. Pisler demedik mi? Yanımıza oturunca tiksinmedik mi? Gittiğimiz bir yerde onlarda yemek yese bozulacak insanlarımız yok mu bizim? İşte millet neye değer verirse devlet de zamanla ona değer vermek zorunda kalacaktır ben bunu savunuyorum...
Peki sen ne yapıyorsun demeyin, ben kendimi övmekten asla hoşlanmıyorum. Doğal olanı anlatmak istiyorum. Benim gibi olanların çokluğunu umarak yazıyorum bunları...
Ben sabah uyanırım, sokağımızda çöp toplarlar, günaydınlaşırım... Teşekkür ederim bizim pisliklerimizi temizledikleri için, çünkü onlar olmasa biz mikroptan yaşayamayız, onlar bizim için pisleniyor.
Yan tarafımız inşaat, her gördüğümde kolaylıklar dilerim, öğlen vakti annem mutfaktan seslenir onlara , çocuklar içmısınız diye... Bazen türkü söylerler birlikte, camdan onları dinlerim, türkü sever miyim? Sevmem, ama onların neşelerine ortak olurum... Ortak oldukça çoğalır neşeleri... Çünkü onlar sayesinde evler var...
Ben şehirdeyim, gördüğüm yüzlerce insan benim için birdir. Bağdat Caddesinde mendil satan 80 küsür yaşındaki gazi amcaya göz yaşı dökerim, kendimden tiksinirim onu bu işi yapmaktan kurtaramadığım için.  Ve daha aklıma gelmeyen bir çok şey. Yaptın da ne işe yaradı demeyin, bir kişiden bir şey olmaz ama sen ben diye bir şey yok. Hepimiz böyle olsak, devlet de bir süre sonra halkına uyum göstermek zorunda kalmaz mı? Bir umut belki değişir her şey. Ben annemden öğrendim, herkesin eşit olduğunu... Kimseyi küçümsemedim. Siz de evlatlarınıza öğretin, insana kıymet vermeyi, kimbilir belki bir gün sizin evlatlarınız başımıza geçer de değer vermeyi öğretir. Her şey bununla başlar...
Belki de bir daha yaşanmaz böyle can yakıcı olaylar,
Kendimi zorlayarak, ellerim titreye titreye yazmak zorunda kalmam belki...
Ben burada Soma'dan kmce ötede hiç tanımadığım kardeşlerime, babalarıma, amcalarıma ,abilerime yanıyorum....
Geride kalanlara yanıyorum.
O insanlara değer vermeyip de bunu yaşamalarına sebep olan her kimse, benim canımı yaktınız... Benim gibilerin canını yaktınız...
Dilerim son olsun, Dilerim herkes hakettiği değeri görsün...
İçim çok dolu ama kocaman bir düğüm, çözülmüyor , yazamıyorum...
Kimbilir diyorum belki bir kaç gün sonra, ama bilmiyorum..
İçimden nefes almak bile gelmiyor ...!

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Garip miyim ?

Herkes benim gibi mi ? Yoksa ben fabrika ayarları bozuk olarak mı dünyaya geldim ? Bugün beni bu sorular oldukça düşündürdü. Kendimi inceledim, ve sonra da kendimi size anlatmaya karar verdim. Hani benim gibi olan varsa yazsın da ben de kendimi saçma sapan sebeplerle toplumdan soyutlamayayım diye.
Mesela benim bir arkadaşım, Facebook'ta ilişki durumunu değiştirirken sevgilisinin adı da yazıyorsa ben o çocuğu/kızı tanımıyor olmama rağmen inceliyorum. Hem de baya ayrıntılı inceliyorum. Sanırsınız ki ilişki durumunu değiştiren tarafın anasıyım, çocuğumu veriyorum. Kız gudubetse bu bile buldu ben hala armudun sapı üzümün çöpü diyorum ben napıyorum diyerek kendimi hırpalıyorum.
Kalabalık bir ortamda doğum yılını söyleyen kızın yaşı benden küçükse kızı uzun uzun süzüyorum ve illa ki benden büyük durduğunu kanıtlayacak sebepleri kafamda bir bir sıralıyorum. Sıraladıkça rahatlıyorum. Sonra da kendimle övünüyorum. Fiziksel övünme kısmını geçtikten sonra eğer o kız benden küçük olmasına rağmen evlenmişse ya da benden daha başarılıysa kendimi içten içe ezikliyorum.
Bir kız benden zayıfsa ona muhakkak uyuz oluyorum. Yaşam koçluğu eğitiminde hocam benden başkasıyla daha çok ilgilenince o kişiye delici bakışlarımı fırlatıp negatif elektriğimle onu dersi dinleyemez hale getiriyorum. Seminerdeki kadınlardan hocayı kıskanıp, Google'da yedi ceddini araştırıyorum. Adamın evli olduğunu öğrendiğimde de bence evli değil, kesin boşandı, ben onu evli gibi hissetmiyorum diye diye annemi bayıltıyorum. Facebook'ta ortak arkadaşlarımla etiketlenen eski sevgilimin( sadece bir tanesinin ) ,o fotoğrafını beğenen tüm kızların Facebook profillerini didikliyorum, bir de Google'da kızların adını aratıyorum başka neleri olduğunu öğrenmek için. Kızların profillerindeki fotoğraflarda eski sevgilimin beğenisi var mı diye de uzun uzun inceliyorum. Sonra onu o kızların hiç birisine yakıştırmayıp, onun bir sevgilisi olmadığına kanaat getirip rahatlıyorum. Hatta hala beni sevdiğini bile düşünüp, buna inanıp, mutlu oluyorum. Hayatıma girmiş en gereksiz insanları aklımdan geçirip, beni aramalarını sağlıyorum. Ama en önemlilerine asla bu kuralı uygulayamıyorum. Ne zaman annemsiz dışarı çıksam illa ki ona ulaşamıyorum ve her seferinde aynı derecede panik oluyorum. Her gün sağlıklı beslenmeye karar veriyorum, ama bunu asla uygulamıyorum.
İşte ben böyle bir insanken evrende bana bu hafta içinde bazı cevaplar verdi:
1- 3 aydır bana köpeklerin duasıyla atlar ölmez diyen salak eski sevgilimle aynı sokakta oturup bir kez karşılaşmamışken, taşınmak için Migros'tan koli aldığım ve en paçoz halimle eve dönmeye çalıştığım gün çat diye adamı gördüm, süslenmiş bir yere gidiyordu ve ben en yamuk halimdeydim. Elimdeki kolilerden birini kafama geçirip, adamı görmezden gelip, kafamda koliyle sokakta yürümek zorunda kaldım. Adamı önemsemiyorum ama o kadar laftan sonra beni düzgün görseydi it!
2- Armutlu'ya gittim ve Güzelyalı sahiline karşı kıyıdan kedinin ciğere baktığı gibi baktım, blogu takip edenler az çok , kitabı okuyanlarda çok çok bilir o sahilin benim için önemini.... Tatilim evin balkonundan karşı kıyıyı izlemekle geçti.
3-Ve bütün astrologlar bu dönemde geçmişinizde bıraktıklarınız geri gelebilir derken, bana en istemediklerim yine bulaşmaya başladı.
Yani bence ben garibim, evren de o yüzden bana böyle cevap veriyor!
Yarın yaşam koçluğu okulumdan mezun oluyorum, akıllara zarar bir yaşam koçu oldum!
Beni tebrik edin, öptüm!

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Polislerin Annemle İmtihanı

Malum bizim olaysız bir günümüz geçmiyor ama dün benim için oldukça telaşlı bir gündü. Blogun önceki yazılarını okuyanlar bilir sevgili annem, yani Bayan Pire'yle bir kepçe mücadelemiz olmuştu. Ben de annemin sadece inşaat arabalarına bir zaafı olduğunu düşünmüş, yanımızdaki inşaat da kepçeyle işini bitirince annemin binme şansını yitirmesiyle rahatlamıştım. Kadın neredeyse 70 kilo, o popoyu kaldır , oraya zıpla , bir düşse yine kabak benim başıma patlayacak, umurunda değil. Gitti rahatladım...
Gel gelelim sakin başlayan dünümüze....
Annemle dün evden çıktım, eğitime gittim, eğitime annemi de götürüyor olmamı bence hiç yadırgamayın, hocamın bir numaralı öğrencisidir. Eğitime gitmemiz bisiklet yarışından dolayı kapanan yollarla ayrı bir olay oldu. Hatta tesadüflerle ilgili yazıyı okuyanlar bilir, böyle derse giderken başıma gelen aksiliklerle muhteşem bir tesadüfe denk geldiğim için bu sefer de acaba yine gidemeyecek miyim korkusu benim içimi hafiften hafiften kemirdi. Tamam Evren'ciğim anlıyorum, o hoş bir tesadüftü ama bir sefer daha derse gidemezsem de eğitimden atılıyorum yapma etme dileklerimle sağ salim derse gittim. Kendimi de o kadar kasmışım ki bütün ders boyunca mideme ağrılar girdi... Neyse yine o muhteşem hocamın , muhteşem anlatışıyla rahatladım ve dersimi de bitirip, annemle ortak bir dostumuzla buluşmak için Beyoğlu'na doğru yürümeye başladık. Annem de takıntıdır, her yerde buluşmalarını Özsüt'te ayarlar. Yine Özsüt demiş, tam giriyoruz, başladı ben acıktım ben burada ne yiyeceğim diye. Ulan, evladım olsa itip kakıcam yemin ederim. Şiddete çok karşıyım ama bir insan kendi buluşma kararı aldığı yerden kendi vazgeçer mi? Neyse ben gidip köfte yiyeceğim, sen otur arkadaşımızı bekle dedi, beni Özsüt'e postaladı, kendi de ileriye Ramiz Köfteye yürüdü. Beyoğlu Özsüt'ü bilenler gözünde canlandırsın, bilmeyenler öylesine bir teras hayal etsin... Terastayım, oturuyorum, bizim pire aradı, ben yürüyorum, burada insanlar toplanmış ama korkma dedi. Ufak bir olay sandım, geçiştirdim. Ben de terasın arka tarafında oturuyorum, yol görünmüyor. Ön tarafta oturanlar da aşağı bakıp bakıp duruyor. O sırada bizimle buluşacak olan arkadaşımız aradı, ben geliyorum ama aşağıda olay var diye, ben de garsona sordum ne olduğunu, adam demez mi burada pek bir şey yok ama aşağı taraf çok karışık diye...
Terasın önüne yürümedim, koşmadım, uçtum! Düşünebiliyor musunuz, anneniz , gezi olaylarının yaşandığı bir yerde , olay çıkmak üzereyken köfte yiyor!
Hemen bizim pireyi aradım, anne n'apıcaksın olay var dedim. N'apayım köfte yiyorum ben cevabını aldım. Allah'ım aşağıya bakıyorum, iki toma, bir sürü polis, barikat kurulmuş, yüzlerce insan, kesinlikle giriş çıkış yasak, ve kadın bana hala köfte yemekten bahsediyor....! Bir daha aradım, telefonu meşgul... Yaklaşık 20 kere aradım! Baya baya köfte yiyip, telefonda konuşuyor! Ben de Özsüt'te terasta, ön masaları hiçe sayıp, belime kadar sarkmış vaziyette hanımefendinin gelmesini bekliyorum. Sinirden kafamın önünde yeni türemiş olan minik saçlarım dimdik oldu yemin ederim. Bu arada arkadaşımız da geldi ama umrumda mı? Tabii ki değil...
Bu sırada sevgili piremiz lütfedip telefonunu kapattı ve kendisine ulaştım! Almış yanına Ramiz'den kasiyerle bir garson, yürüyerek geliyormuş. Tomadan, gazdan onlar koruyacak her halde. Bekliyorum, bekliyorum yok gelmiyor. Arıyorum, yine meşgul. Tamam diyorum, bir şey oldu, annemin telefonuyla ambulans çağırıyorlar. Ama ambulansa hayat hikayeni anlatamazsın. Telefon durmadan meşgul! Nihayet yanıma geldiğinde öğrendim ki, telefon konuşması bittikten sonra gitmiş tomanın yanına, evladım, su , gaz falan sıkmayın benim tiroidimi geçen sene aldılar, ben nefessiz kalıyorum, kokulardan çok etkileniyorum diye lafa başlamış, polise ameliyatını anlatmış. Sen geç anneciğim bir şey yapmayacağız demişler. Sonra bakmış yol uzun, yorulmuş. Beni şu tomayla Özsüt'e atıver evladım cümlesini de kurmuş. Ha diyeceksiniz ki polisler hayatta kabul etmez. Yalnız siz benim annemi tanımıyorsunuz, polis onu da kabul etmiş. Tahminimce çeneden bayıldı çocuk. Annem son anda ben o kocaman şeye nasıl bineyim diye bir döneklik yapmış da polis annemi tomaya bindirmekten kurtulmuş. Sonra da bana gelmiş diyor ki neden herkes bana gülüyor. Eh anneciğim, ne diyeyim.
Siz söyleyin neden herkes anneme gülüyor acaba?