-->

18 Şubat 2013 Pazartesi

Eskileri Çöpe attım!

Eski yazılarımı doğum günümde sildim,
Masamda O'nun bana yolladığı çiçek, aklımda geçmişten saydığım sadece 31.Aralık.2012'den şu ana kadar olan her saniye var.
Atarlanmışım, gider yapmışım, laf sokmuşum, hiç değmezmiş. Yeni yılda yeni bir hayata başladım, yeni yaşımda ise geçmişten hiçbir şey bırakmadım. Benimle yaşamaya layık olanlar zaten bu günümde, bazen hayatında bir avuç insan bırakmak öyle güzel oluyor ki...
Ne dostluklar bitirdim, dönüp gittim de arkama bile bakmadım. Yalnız kalmaktan hiç korkmadım. Çekip gidenlere eyvallah demeyi, kimseye boyun eğmemeyi, gitmesin diye ses etmemektense , bağıra çağıra siktir etmeyi de yaşadım, yeni gelenlere yer açmayı da, tekrar güvenmeyi de öğrendim, kaderi irdelememeyi ama ona inanmayı da öğrendim, beklemeyi de... Bekleyince değdiğini de öğrendim,
Hayatı temizlemeyi öğrendim,
Gerçekten sevmeyi öğrendim,
Sevince susarmış insan bunu öğrendim...
Çok sevince kendine saklarmış insan, bunu öğrendim,
Geçmişi satmak neymiş, sevgi için neler silinirmiş öğrendim,
Kim dost, kim sevgili, kim aile öğrendim...
Eski yaşıma teşekkkür ettim, veda ettim.
Yeni yaşıma hoş geldin dedim...
İyi ki doğmuşum :)

Yeni Yaşıma Not : 27'yi aratma, yüksek performans göster, kendini sevdir, büyüklüğünü belli etme, mütevazi ol, alttan alttan olgunluk getir, içimdeki çocuğu öldürme, Kezban'ı biraz hırpala, törpüle, öptüm.

13 Şubat 2013 Çarşamba

İyi ki sevgilimsin...

Bu söz, mesafeleri yok eder mi?
Gerçekçi olmak gerekirse, özlemi bin kat daha arttırır evet, ama yakınında ya da uzağında olsun, birinden bu lafı duyabilmek, bir insanın hayatında olduğun için sana minnet duyması, ve her sabah onun günaydın mesajıyla uyandığında varlığına ettiğin şükürlerin karşılıksız olmadığını bilmek dünyalara bedel. Varsın ayrı bir şehirde gözlerini açsın, ben her sabah onunla uyanıyorum, her gece onunla uyuyorum.
Tanrı'nın her zaman yanımızda olacağından eminim,
Bir gün gerçekten yanında uyanacağımı ve o gün benim için bambaşka bir rüyanın da başlayacağını biliyorum. Ben O'nun varlığıyla bu dünyada daha ne isterim ki hissini yaşadım.
En doğru kararım, tek sevdiğim, iyi ki sen de benim sevgilimsin, benimsin...
Hep böyle kal,
Seni Seviyorum.

10 Şubat 2013 Pazar

Elimde mendilim...

Adamın işyerinin önüne git, çadır kur, açlık grevi yap, pankart aç " çok çalışma yel olur, sevgilin gider el olur", yok bu olmadı, tehdit unsuru var bunda. " ya bu gece gel ya da bu gece gel, ya bu gece gel ya da gelir ecel". Tamam bunda ajitasyon var, bu iyi. Hem zaten şarkı da hareketli, grev halayına uygun. Omuzumda 80'lerden kalma bir teyp, içinde Yaşar'ın kasedi. Modern bir grev kızı. Yalnız o çadırın içini hayal ettim bir an, her türlü teknolojiye sahip, ve bir köşesinde boyum kadar bavulun durduğu bir çadır....
Tahminimce her gün başka tulum giyerim, arada sevgilimin iş yerine gider, elektroniklerimi şarj ederim.
Benden grev kızı olmaz. Bir kere halayı Yaşar şarkısında çekmeyi hayal ettim, film orada koptu sanki.
Bir de şöyle bir durum var, bu adam bana sen sokaklarda nasıl oynarsın? Bu ne laubalilik tribini atacak kapasiteye sahip, çadırımı da yakabilir, eylemimi evimde yapmadığım için kızabilir, bu ne sefiilik git bir otelde eylem yap da diyebilir. Her halukarda kavga çıkar.
Bu hayalde en başından bir terslik var zaten, bir insan sevgilisiyle ilgili hayaller kurarken, daha romantik olabilmeli değil mi? O zaman hayaldeki Yaşar şarkısını Murat Boz'un o içime yer etmiş, "Özledim" adlı nadide eseriyle değiştirirsem sanırım bir problem kalmayacak.
Plan tamamdır, yarınki alışveriş listemde hazır
Pankart
Tulum( bir kaç adet)
Çadır( geniş olsun, panik atak var bende, daralırım )
Teyp
Murat Boz kasedi
Ve en önemlisi "mendil"!
Mendile gelsin bu şarkı da...


                                                                 Haydi kalın sağlıcakla!

30 Günde Fransızca Öğrenemedim Ama...

Şimdi bundan tam 40 gün önce sıkıntıdan olacak ki ben Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca öğreneyim, İngilizce'yle Almanca'yı da geliştireyim de işime yarasın dedim. Etrafımdan bir kişi de çıkıp bana ne işine yarayacak turist mi gezdireceksin? demedi. Bende gereksiz bir gaza gelip her türlü imkanı kendime sağladım. Hepsinden öte odamı bir Fransızca okuluna çevirmekle işe başladım. Karşıma çıkan cümleler sıradan "adın ne?, nerelisin?" den sonra sırasıyla şöyle bir hal almaya başladı;

Nerede yaşıyorsun?
O nerede yaşıyor?
Mutlu musun?
Onu seviyor musun?
Seni ne mutlu eder?

Tabii ki arka arkaya olmasa da aradan seçilmiş bu sorular kalp içine alınmaya, yanına yıldızlar konmaya başlandı. Sevgilimin adı olan kelimenin de okuma parçalarında sık sık karşıma çıkmasıyla son raddeye gelen beyin dalgalarım en sonunda haykırdı "sikerim bu aşkın ızdırabını ulan"!
Haydi gel başlangıç seviyesi Fransızcamla  bunu anlat!
Başladığı gibi bitti serüvenim.
İlk gün nerede yaşıyorsun sorusunun hemen arkasından gelen o nerede yaşıyor sorusuyla kapanan kitap, yerini günlüğüme bırakıp, özlem dolu haykırışlarımla "neden ulan neden" serzenişlerine sebep oldu.
İkinci gün, yeni bir hevesle açılan kitap, mutlu musun? sorusuyla, derdime dert katarak, kulağıma derhal kulaklıklarımı takarak Murat Boz'dan Özledim'i 30 kere üst üste dinleme etkisine sebep oldu.
Üçüncü gün, yine yılmadan olur böyle şeyler, o da benim hassasiyetim gazıyla açılan kitapta onu seviyor musun? sorusunun ardından onu ne kadar sevdiğimi düşünmemle, bir sonraki konuda "seni ne mutlu eder?" soru kalıbının içinde barındırdığı gizli özne bana son kurşun etkisi yarattı ve benimle her daim taşak geçmekten hiç çekinmeyen evrenin mesajının Fransızca'dan uzak dur olduğunu düşünerek bu sayfayı kapatma kararı aldım.
İspanyolca ve İtalyanca'yı denemekten ürküyorum. Evren bu, aşk mektubu bile bırakır kitaplarımın arasına...
Maksat ne kadar özlediğimi ölçmekse sevgili Evren, ya da sabrımı denemekse, eğitim hayatıma mani olma derim. Malum bünye 25 senedir okumaya alışmış...
Yok, okuyan bu kız kafayı yemiş, her boku buna bağlıyor diye düşünüyorsa ve bu olayda evrenin parmağı yoksa o zaman vay benim halime.
Bari aşka gelen duygusal bir insan olsaydım da şiir falan yazıp posta gazetesine gönderebilseydim.

Kuru kuru özlem içimi kuruttun ya!


Öpüldünüz...

9 Şubat 2013 Cumartesi

Metin Yazarlığında Yazdığım Hikayeyi Yaşadım...


"Öylesine Bir Sabah…

Perdenin arasından süzülen güneş ışığıyla uyandım ve pencereden odaya yayılan dağ kekiği kokusunu derin derin içime çektim. Yanımda huzurla uyuyan adama baktım. Onu izlerken, annemin küçükken anlatıığı kurbağa prens masalını anımsadım, gülümsedim. Evet, artık benim de kurbağa prensim yanımda uyuyordu :), ama yine de karanlıktı içimde bir yerler… Sonra dün televizyonda izlediğim söyleşideki sözleri düşündüm. “Güneş de % 90’ı karanlık olan bir galakside sadece bir yıldızdı, ve o karanlığın içinden Dünya’yı aydınlatabiliyordu.”

Tıpkı O’nun gibi…"


Ekim ayında Metin Yazarlığı dersinde hoca "Galaksi,Kurbağa,Kekik,Söyleşi" kelimelerini kullanarak bir paragraf yazmamızı istemişti. Hoca bunu istedikten bir hafta sonra, trende sabahın 7.30'unda O' ndan aylar sonra ilk günaydın mesajımı aldıktan sonra, bu alakası olmayan kelimelerden bile yazsam yazsam aşk hikayesi yazabilirim ben dedim ve trende onu düşünüp bunları yazdım...

Ve sonra yeni yılın ilk gününe onu izleyerek başladım....

Demek ki her zaman yaşananlar yazılmıyormuş, bazen de yazdıklarını yaşayabiliyormuş insan.
Gerçekten kalpten isterse...




   


8 Şubat 2013 Cuma

Yok ki dudak büzmüş bir fotoğrafım!

Belki de bütün problem bu...
Ya da mekan tuvaletlerinin aynasından çekilmiş bir fotoğrafımın olmaması...
Yoksa hayatıma bakıyorum da, içimde yaşayan Küçük İbo'nun hiç bir açıklaması olamaz. Mizacım mı bu acaba desem? Yok, bu kadar acıların çocuğu olmam için Akrep burcu olmam lazım. Yalnız benim için böyle durup dururken kımıl kımıl olmaya başladığında, hemen arkasından illa gerçek bir sorun bulurum ben, olmadı yaratırım yani. Bu ruh halim biraz da bütün gün evde olmamla alakalı da olabilir aslında.
Ya da bu adamın bütün gün çalışması ve uyuması da olabilir.
( Blogger burada dayanamayıp gerçek karın ağrısını açıklamıştır).
Ama gerçekten bu olay fena halde can sıkıcı bir hal almaya başladı. Anladık çok yoğun, anladık çok yoruluyor. ( o anladık lafın gelişi, anlasaydık, çemkirmezdik). "Ben bu hayatın neresindeyim" tribi atmama taş çatlasın 3 saat var. İnsan sevgilisine nasıl bu kadar az zaman ayırır diye anlayışsızlık dolu, kol kadar mesajlar atmak istiyorum bazen. Sonra hemen geçiyor ( aslında geçmiyor, belki de yemiyor). Arada mesafelerin olduğu ilişkiler daha bir pamuk ipliğine bağlı oluyor gibi geliyor bana, bundan ötürü daha bir sakin olmak gerekiyor ya ama ben tripten ve panikten yaratıldığımı daha önceki yazılarımda belirtmiştim. O değil de ya bu kadar görmeye görmeye, konuşmaya konuşmaya bir birimizden soğursak?
Keşke ben böyle kaptırmış yazarken arkamdan "kalk kız soğan doğra" diyen bir annem olaydı da biraz kafam dağılsaydı.
Of,
Olmadı değil mi bu yazı?
Zaten ben de olmamışım ki yazı olsun.
Halil Sezai'yi getirin buraya.

7 Şubat 2013 Perşembe

Günaydın sorunu...

Her sabah ondan günaydın mesajı almaya o kadar alışmışım ki, bu sabah (öğlen) uyandığımda yine aynı keyfi alabilmek adına elimi telefona attım ve üçün birini aldım. Geri yattım resmen, o mesaj atmadan kalkmam olur biter dedim. Ulan adam o gün unutsa atmasa, bütün gün o yatakta ne bok yiyeceksin diyen iç ses de yok bende demek ki. Neyse yarım saat oldu yok, bir saat oldu yok. Sikerim bu aşkın ızdırabını dedim ve kalkıp bir kahve yaptım. Allah'ım nasıl mutsuzum ama, yine kendi kendime konuşmaya başladım. Demek ayrılsak ben bu mesajı göremeyip böyle üzüleceğim, şöyle kalkamayacağım diye kurdukça kurdum. Paranoyaklık seviyem nasıl tavan yapmışsa, adama günaydın mesajı atmak aklıma dahi gelmedi. Ama trip atmak geldi. Bir de kendimle övündüm, eskiden olsa başına bir şey geldiğini düşünür, panik olurdum oh olmadım diye sevindim. Ama gerginliğimi üstümden atamadım. Dünyam başıma yıkıldı resmen, isyanlardaydım bütün gün, adam uyuyakalmış, benim trip mesajımdan 10 dakika sonra bu cevap geldi aslında ama ben bütün senaryolarımı, isyanlarımı, mutsuzluklarımı yaşamaya devam ettim. Kendimi öyle bir kaptırmışım ki, çıkamadım o ruh halimden. Hatta bununla bağlantısı olmasa bile annemle kavga ettim. Yanlış anlaşılmasın annemden acısını çıkartmadım, sadece çok hassas ve tahamülsüzdüm. Biri de çıkıp demedi ki Allah'ın geri zekalısı sen neyin kafasını yaşıyorsun? Demedi çünkü kimseye bu ruh halimi anlatamadım. Bütün gün Kadıköy'ün ara sokaklarında yere oturup, saçıyla tek gözünü kapatmış emolar gibi odamda oturup surat astım. Bu adamın günaydın mesajlarına aşırı bir bağlılığım var benim sanırım. Sevgilim değilken bile attığında ben o sırada trende oluyordum ve herkesin acaba deli mi bakışlarına maruz kala kala, embesil gibi gülümseyip, Pendik Haydarpaşa arası ağzımı kulaklarımla yakın temastan kurtaramıyordum. Bugün sergilediğim ergen hareketimden ötürü kendimi tebrik ederek yazıma son veriyorum.

Not: İyi geceler mesajımı aldım, sorun yok. Saçımı gözümün önünden kaldırdım, kaldırım taşı muamelesi yaptığım yatağımdan koltuğa geçtim. Kaldığım yerden onu özlemeye devam ediyorum.


6 Şubat 2013 Çarşamba

Bir huni rica edeyim...

Şarkıda benim bir günüm geçmez ki seni görmeden diyorsun da ablacığım, olanı var olmayanı var.
Bir gün mü? diye diye kavga ettim şarkıyla... Görmekle ilgili şarkıları hayatımda istemiyorum bu aralar. Bir kaç önceki yazımda belirtmiştim, özlem benim bünyemin alışkın olduğu bir his olmadığından ötürü bende şiddete meyil yaratıyor. Tam bunu da yazarken Murat Boz'un "özledim" adlı nadide eseri çıkıyor. Oh, Murat'cığım sen de gel şöyle, öyle yandan yandan olmaz, tam ortasına sıç ağzımın. Nadide derken? Benim sevgilimin Nadide diye sevgilisi de mi vardı lan? Yoksa bunu şu an ben mi uydurdum?
Bu adam çok çalışıyor arkadaşlar, cefasını ben çekiyorum, sefasını bir gün evlenirse o karı mı sürecek diye yaklaşık 2.5 saattir odamda duvarlarla konuşuyorum. Bunu yaparken, mobil teknolojilerle ilgili yazı yazdığım sitenin bu haftaki yazısını hazırladım, diğer bloga paranoyaklıkla ilgili bir yazı yazdım. En yakın arkadaşımla muhabbet ettim, başka arkadaşlarımla mesajlaştım ama hepsinin altında bilincimin ve bilinçaltımın en nadide yerinde bu konuyu barındırdım. Bak yine Nadide dedim. Yok, kesin Nadide diye sevgilisi vardı bu çocuğun.
Aslında böyle biri değilim ben, şaka bir yana adamın hayatımdaki varlığı da yetiyor aslında. (dikkat blogger şu anda dengesizliğin dibine vurmaktadır). Ama gerçekten öyle.
Varsın bu akşam ne yapıyoruz aşkım sorusu hiç sorulmasın, varsın ha deyince adamın kapısına dayanılmasın (hemen şiddet , hemen)...
Şimdi evrenden iste o sana verir deniyor ya, evren de bana yukarıdan bakıp diyordur ulan geri zekalı sen bu adamın bu halini bilip bilip her gün bu adamı benden istemedin mi? Bir kere kafayı yedin de ayrıldın, ikinci kez sana verdim onu, kes sesini de otur , delirme demez mi? Der.
Bak yine şarkıda gelmek geçiyor, bir adım gelebilsen diyor. Hay!
Şimdi de gel sen otur yanıma diyor.
Ne demişler , ayının sevmediği ot ininin dibinde bitermiş.
Yazımı şu an çalan şarkının en sevdiğim sözüyle bitirmek istiyorum;
"zaman her şeyi çözer, şu beklemek olmasa..."
ok kib by.( emo vedası )


5 Şubat 2013 Salı

Saçmalık mı?

Sevgili günlük,
Sabah uyandım, yatağın sol tarafından kalktım,
Sigaramı tersten yaktım,
Güneşli havada yağmur çizmesi giydim,
Tatlının üstüne yemek yedim,
Kısık sesle müzik dinledim,
Otobüsten bir durak sonra indim,
Kuşlar ekmek sansın, gagalarına yapışsın diye yere sakız attım,
Sokak hayvanları için bırakılan yemekleri çöpe attım, suları yere döktüm,
Sevgilim giderse çömelir beklerim, dönerse serbest bırakırım dedim,
Yaptım mı gerçekten?
Hayır, yapmadım...
Yine de her şey anlamsız, gereksiz, ters ve boştu..
Neden...?
Çünkü o yanımda değil.
İşte bütün mesele bu..
Öptüm.

3 Şubat 2013 Pazar

Of!

Silemedim bazılarını, ya emek vermişim sonuçta değil mi?
Bir ara yazım hatalarını düzeltsem çok daha güzel olacak. Silersem, bağlantısız olacak bir de.
Allah'ım sana şükürler olsun ki hayatımın en ufak en önemsiz konusunda bile yaşadığım kararsızlığım aşk hayatıma bu sefer yansımıyor. Yoksa bir günaydın mesajını atmak için bile akşama kadar karar veremezdim ben.
Şu an kendimden soğudum resmen.
Sileceksen sil ulan.
Silmiyor musun? Kalk git yat ya!