-->

31 Ocak 2014 Cuma

Ayrılık Acısını Atlatmanın 10 Altın Kuralı


Her ne kadar şair "Ayrılık , ayrılık aman ayrılık, her bir dertten ala yaman ayrılık..." demiş olsa da vardır bu illetten kurtulmanın çaresi dedik ve araştırdık. Araştırmalarımız sonucunda da 10 altın kural belirledik. Kurallarımızın hepsi tecrübeyle sabit olup, eksiksiz uygulandığı taktirde başarı garantisi verilmektedir...
Bakalım bu 10 altın kural neymiş;
Kural 1 : SOSYAL MEDYA HESAPLARI TEMİZLİĞİ
Evet, eski sevgililerimizin nerede , ne zaman , kiminle ne yaptığı özellikle ilk zamanlar en çok dikkatimizi çeken durum ama zor olsa da anında sosyal medya hesaplarımızın tümünden zat-ı muhteremin silinmesi öncelikli kuraldır. Silmezseniz neler olur?
Bir kere kişinin tüm hareketlerini üstümüze alınırız. Bu sinirimizi bozan bir hareket de olabilir, onun da acı çektiğine dair bir gönderme olabilir, kıskandırma operasyonu olabilir, ya da hiç biri olmaz, kişinin umurunda değilsinizdir - ki bu her şeyden daha sinir bozucu olabilir. Sonuçta hassas bir dönem ve biz her an sinirlenmeye meyilli olabiliriz. Bu olmasa bile zaten kendimizi mesaj atmak için kandıracak nedenler aramaya programlanmış beynimiz, sosyal medya hesaplarından kendisine çok ekmek çıkartır. 
Kısacası silin gitsin, vallahi bir ferahlık geliyor insana...
Not : Çakma profil açmayı aklınızdan bile geçirmeyin. 
Kural 2 : TELEFON TEMİZLİĞİ
Sabah , öğlen , akşam ve hatta yatmadan önce tüm mesajlaşmalarınızı tekrar tekrar okuyarak bir sonuca varamıyoruz. Bunu bir an önce kavrayıp,(belki son bir kez okuyup), tüm mesajları siliyoruz. Tabii fotoğrafları da. Kabul ediyorum, çok zor, ama oldukça önemli bir altın kural. En fazla iki gün pişman oluyorsunuz ama sonra yine bir ferahlama geliyor.
Kalsa daha mı iyi? Geçmişin kime iyilik ettiği görülmüş? Kendinizi kandırmayın. İçlenip içlenip mesaj attırır o anılar insana...
Kural 3: ODA TEMİZLİĞİ
O'nun aldığı ne varsa hepsini atın. Çok kıymetliyse satın, parasını çatır çatır yiyin. O hazla bir kere Allah razı olsun dersiniz, sevap kazanır ayrılık kişisi...
Kural 4: ALKOLDEN UZAK DURUN
Ortam ne kadar eğlenceli olursa olsun içmeye gitmeyin. Eğlenceyle başlayan gecelerin sonu kapısının önünde böğürerek ağlamanızla bile bitebilir. En azından bir mesaj atayım dersiniz, sildiniz telefonunu , ezbere bilmiyorsunuz farz edin? İşte kapısındasınız...
Kural 5: İKİNİZ İÇİN ANLAMI OLAN MEKANLARI YANDI KABUL EDİN
Evet, ayaklarınız oraya götürüyor sizi değil mi? Ayak bu, bırakın beyniniz yönlendirsin, kalbiniz değil...
Kendi kendinize acı çektimek gibi bir hobiniz olmadığını düşünüyorum.
Kural 6: FALCIYA GİTMEYİN,ARKADAŞLARINIZA FAL BAKTIRMAYIN
"Dönecek mi?" sorusu her zaman bir ümit bekletir sizi. Ve falcılar her zaman vereceği cevabı bilir. Dönecek mi sorusuna hayır dönmeyecek diyen falcıya henüz rastlamadım ben. Ve oradan çıktığınızda ümitlenmeniz sizi zamanla acıya yönlendirecektir.
Kural 7: UZUN VE TEMPOLU YÜRÜYÜŞLER YAPIN
Tabii bunu yaparken , hareketli müzikler dinleyin. Listenizi önceden seçin, araya bir iki slov katayım derken,kendinizi sessiz ve derin bir bunalım içine sokmayın.
Kural 8: ÇİVİ MESELESİ
Çivi çiviyi söker mi? Aslında akıllıca hareket ederseniz söker. Yeni kişide eskiyi aramadan ona odaklanın. Bir de o kafa karışıklığıyla en olmayacak insanı seçmezseniz değmeyin keyfinize...
Kural 9: ARKADAŞLARIYLA DA İLİŞKİNİZİ KESİN
Çok katı bir kural bu, evet belki siz de çok iyi anlaşıyorsunuz ama o arkadaşlarla her zaman o kişi konuşulacaktır. En azından bir süre görüşmeyin. Yalan söyleyin, gitmeyin buluşmalara . O'nu konuştukça özlersiniz. Kendinize set çekin, imkanlarınızı kısıtlayın, onu anlatamayacağınız ortamlarda bulunun.
Kural 10: ÇALIŞIN, İŞSİZSENİZ HOBİ EDİNİN
Kafanızı boşaltın, başka bir şeye odaklanın, vakit harcayın. Yorulun, gece yatağa girdiğinizde onu düşünemeyecek kadar yorgun olun. Bir nevi robot gibi olun. İş ya da hobi ne olursa olsun çalışın, çalışın, çalışın....
Tüm kurallarımızdan sonra yeni ayrılan kişinin 1 günlük örnek listesini de yayınlayıp yazıma son veriyorum.
Sabah:
Yürüyüş 1-1.5 saat tempolu.
Ara: 
Duş ( bakım vs.) kendinizle meşgul olun.
Öğle:
Çalışma ya da hobi. (En az 4-5 saat)
Akşam:
Arkadaşlarla ( onun konuşulmayacağı) serbest zaman. Dönüşte sürükleyici bir dizi , film ya da kitap. (konu kesinlikle aşk olmayacak).Gözleriniz patlayana kadar bunu yapmaya devam edin ve uyuyun.
Bunu 10 gün yapanda ayrılık acısından eser kalmayacaktır.
Tecrübeyle Sabittir.
Başarılar.
Not: Yine de unutamadıysanız, yalvarın derim ben. Bakarsınız döner...

29 Ocak 2014 Çarşamba

Zorla güzellik olur mu?

Valla onu bilmem ama zorla aşk olur. Hiç yok demeyin oluyormuş. Salak ben yine aşık oldum. Öyle gereksiz öyle alakasız birine aşık olmak için kendimi yırttım ki ah diyorum keşke o anda biri gelip benim ağzımı yırtsaydı da estetik operasyonlarla uğraşıp, adamdan uzaklaşsaydım...
Bir önceki yazımda bahsettiğim eski sevgilisini unutamayan , arada bana da yazan, aynı zamanda da benimle eski sevgilisi hakkında dertleşen adama gittim aşık oldum ben. Ya da öyle sandım. Şuursuzum çünkü şu an. Kesin bir şey söyleyemiyorum.
Bu adamın geçmişine göz atalım mı birlikte ...
Bu adam benim en yakın arkadaşlarımdan birinin kuzeni. Üniversite zamanında benim am biti sevgilimin zamanında oynaştığı bir kızla üniversite hayatı boyunca çıkmış bir adam, artı ben onun sevgilisinin yaptığı her şeyi ortaya çıkarmış bir kara çalıyım. Bu olaylar esnasında benim am bitiyle bunun kavga etmişliği var. Hatta bu vatandaşta ufak çaplı hasar bile oldu, benimki bunu tırmıklamış da...
Neyse gel zaman git zaman yollarımız yine kesişti bizim bununla, hususi olarak ilgilendi kendisi benimle. Her buluşmamızda teklifim geçerli geçerli dedi de ben de en sonunda buna evet deyiverdim. Dedim de bir de herkesten gizleyelim olayı çıktı. Sanki dünyanın en büyük olayı bizim sevgili olmamız... Millete neyse, tabi bir yandan yuh ulan siz ne alaka yüzsüz müsünüz siz cümlelerinden çekinmiş olma ihtimalimiz var, bir yandan da yürütemezsek rezil olmayalım düşüncesi. Zaten yürütemedik ...
Ama ben artık bunu sadece evrenin benimle alay etmesine bağlıyorum. O hayatımın aşkından sonra her ilişkim üç gün sürüyor benim. Böyle bir laneti var bu çocuğun demek ki.
Ve içten içe acaba evde mi kalıyorum düşüncesi bünyeyi sarsmaya başladı haliyle. Peki ben bu adama ne ara aşık oldum?
Önce adamı bıraktım, sonra da onun yanındayken dinlediğim şarkılara boğdum kendimi, bütün gece kendime eziyet ettim, arka arkaya dinledim şarkıları ve en sonunda bir baktım ki ben adama aşığım, aşk acısı falan çekiyorum. İyi de niye yapıyorum ben kendime bunu. Salak salak sebeplerden kavgalar falan çıkartıyorum. Neyse ki en sonunda çok sinirlenip, telefonunu sildim de giydirmiyorum. Hala aynı şarkıları dinliyorum...
Acaba dönecek mi diye fal bakıyorum, sonra bir an geliyor yok ya ben bunu sevmiyorum diyorum. Öyle bir an geliyor ki özleminden kendimi parçalayacak gibi hissediyorum. Uyuz etmek için ergen hareketler yapıyorum, işin kötü tarafı başarılı da oluyorum, başarılı oldukça devam ediyorum, devam ettikçe başarılı oluyorum. Böyle bir döngü....
Tüm bunları neden yaptığımı bilmiyorum...
Siz söyleyin ben aşık mı oluyorum....

22 Ocak 2014 Çarşamba

Yayın Evi Macerası Part 2 ( Kız Rüyalanıyor mu Lan )

Arkası yarın dedim ama o gün bu gündür olaylar peşimi bırakmadı. Evrene yine ne sakin hayatım var yeaaa mesajını mı saldım fark etmeden bilmiyorum ama oldukça hareketli günler yaşadım da değil bloga yazı yazmak, uyumak için bile vakit bulamadım.
Bakalım ortalıkta görünmediğim günlerde ne olmuş?
-Taşındım. ( 2 ay içinde ikinci kez ) ve yan sokağa... ( yorum sizin... )
-Kazık yedim. ( Gayet normal )
-Eski arkadaşlarımla buluştum ve yediğim kazıkların ayrıntısını öğrendim. ( Bu ayrı bir blog yazısı olarak ayrıntılandırılacaktır.)
-O arkadaşlarımın arasından hala eski sevgilisini unutamamış bir arkadaşımız, gaza gelip bana yazmaya başladı, yalnız bana yazarken bir yandan da eski sevgilisine giydirip hala kavga edip benimle de dertleşiyordu. Çorba oldum. ( Bu da ayrı bir blog yazısı olmaya hak kazanmış bir konudur.)
Anlayacağını bana çok malzeme çıktı bu hafta...
Bir de arada annem İngiliz bir adamla kavga etmeye kalkıştı ve tıkanıp kavga edemeyince küfretmem için telefonu bana verdi. Lakin annemin hayal gücündeki gibi değil olaylar, İngilizlerin küfür dağarcığı bizim kadar geniş olmadığından , annem yabancı dilin o kadar da gerekli bir şey olmadığına karar verdi ve beni koleje yolladığı yıllara lanetler yağdırdı. Bu da ayrı bir blog yazısı olacak.
Neyse iki hoş beş yapalım dedim...
Dönelim mi konumuza...
En son yayın evi sahibiyle yaptığım talihsiz telefon konuşmasında kalmıştım;
Bir hafta ses çıkmadı yayın evinden. Ben tabi kendimle konuşmaya başladım, Allah'ın salağı geri zekalılar gibi konuştun, adam seni aramayacak, hevesin kursağında kalacak vs vs. Ve beni tekrar aradı sevgili yayın evi sahibim...
Bir gün sonrasına randevu verdi.
Annem başladı, tanımıyorum ben orayı, kimdir , nasıl bir yerdir , ben de geleceğim. Anne diyorum olmaz. En sonunda dönüp bana açık açık kızım orada seni sikerlerse ben n'aparım dedi...
Evet bunu gerçekten dedi. Vallahi biz ailece Kezban'mışız , ben tek değilmişim. Mecbur aldım annemi gideceğim. Ama nasıl bir ruh haliyle hazırlandıysam, pileli etek, diz üstü çorap giyip gittim ben yayın evine. Başka biri yapsa, kız kitap görüşmesine değil de , liseli fantezisine gidiyor derler. Maalesef ben seksi olmak için yaratılmamışım. Gerçekten liselilere döndüm. En sonunda ulaştım yayın evine. Annemi sekreterin yanında bırakıp, içeriye girdim. Ve gayet güzel konuşmaya başladım. Annem beni o kadar korkuttu ki içecek ikramı teklifine bile evet demedim. O kadar da tatlı bir adam ki yayın evi sahibi... Annemle de karşılaştı en sonunda, orada notumu vermiş ve Kezo olduğumu anlamıştır zaten. İlk konuşmada salak ikinci konuşmada Kezo oldum ben...
Ve tüm bunların üstüne kendimi o kadar kaptırdım ki , o günlerde senelerdir görmediğim okul arkadaşımı rüyamda görüp de adama birden bire nasıl aşık olduğumu anlatıp garipliklerimi üçledim. Allah'ın hakkı üçtür sevgili okuyucularım...
Adamın biz sizi ararız demesini beklediyseniz haklısınız, bekleyin tabi...
Ama ben o anlaşmayı o gün yaptım ve Mart'ta kitap geliyor ... :)
Demek ki içimdeki ışığı gördü benim , hemen bir kemik gözlük ve fularla moda girebilirim sorun yok. Etrafımda bu kadar kişiliksiz varken benden 6 cilt ansiklopedi bile çıkar...
60 yaşına kadar yazsam bitmez. Malzemesi kendi olanın sırtı yere gelmezmiş.
Hayatımdan geçen tüm kişiliksizlere teşekkür ederim....

8 Ocak 2014 Çarşamba

Bir Yayın Evi Macerası... (Kız yazıyor ama konuşamıyor part 1)

Hayatımda ilk kez başladığım bir işi bitirebilmiş olmamın verdiği gururla, kitabımın kapağına kadar tasarladım. Lakin yaklaşık bir sene sonra ben bunu neden bir yayın evine yollamıyorum mantığına erişebildim... Bundan iki ay önce kendimi İzmit'te oturuyormuş kadar İstanbul dışında hissettiğim bir semtte oturduğum için, Kadıköy'den dönerken Samihazinses Seni Görmem İmkansız'ı aldım da yolda okuyayım dediğim akşamın gecesinde yolladım kitabımı yayın evine, tabi Aras şu an benim hayatımda neden böyle bir karara sebep olduğundan bir haber tweet atıyor olabilir. Hoş ben de bilmiyorum neden onun kitabından sonra onun kitabının çıktığı yayın evine kitabımı yolladığımı... Öyle işte.
Yolladım bir şuursuzlukla. Ve unuttum yolladığımı...
Aradan üç gün geçti, ben yine kendimi uzak doğu rahatlama tekniklerinin kucağına bırakmış, tam bir konsantrasyon içinde yogamı yapmaya karar vermişim. Yalnız nasıl kaptırmışsam kendimi o dönem, telefonumu falan sessize alıyorum o bir saatlik yoga zamanımda...
Neyse bitti yoga, hemen askerden gelen yavrusunu karşılamaya giden anne telaşıyla telefonuma attım kendimi. Neden böyle bir insanım ben bilmiyorum ama , uzun zaman dilimlerinde telefonumdan uzak kalacaksam sanki mucizevi olayların hepsi o telefonda birikecek, bütün eski sevgililerim o sırada bana köpek olup defalarca arayacak, mesajlar atacakmış gibi bir hisse kapılıyorum. Haliyle o coşkuyla telefona atlıyorum. Genelde de üçün biriyle karşılaşıyorum....
Bu sefer, bir kaç gereksiz bildirim, mail, bir de cevapsız arama vardı telefonumda.
Bilmediğim bir numara, yine cinsel güç arttırıcı reklam olduğunu düşündüm ama merakımdan numarayı aradım. Ve bir telesekreter bıdı bıdı konuşmaya başladı.
İyi Günler " ..... " yayın evine hoşgeldiniz, dahili numarayı biliyorsanız lütfen tuşlayınız. Bilmiyorsanız, operatöre bağlanmak için lütfen bekleyiniz.
Hööööööööö diye bir ses çıktı benden istem dışı, tam o sesin bitiminde de sekrete kız çıktı telefona ve ben onu hööööömün son kalan ö'sü ile karşıladım. Kız da kim bu geri zekalı ifadesiyle, benimle iletişim kurmaya çalıştı. Neyse nihayetinde biraz toparlandım ve yayın evi sahibinin benimle görüşmek istediği cümlesiyle ikinci şokuma girdim. Allah'ım adam benimle telefonda konuşmaya çalışıyor ama ben kitlendim. Adam kitabı siz mi yazdınız diyor, benden gelen cevap "haaaa ben yazdım". Hikaye gerçek mi diyor," hepsini ben yaptım diyorum". Muhtemelen kız yazıyor  ama konuşamıyor  diye düşünmüştür...
Neyse ben baya bir rezil oldum , ve adam bana bir hafta sonra arayıp , randevu ayarlayacağını belirtti...
Kim bilir belki de salak olduğuma kanaat getirip, dosyamı da çöp kutusuna yolladı diyerek telefonu kapattım...
Sonra ne mi oldu?
Başlığa boşuna part 1 yazmadık..
Arkası yarın...................................

7 Ocak 2014 Salı

Uslanmadım...

Üç günlük adamın arkasından kim bilir kaç sabah kafamın içinde Bendeniz'le uyandım ben. Gözümü açar açmaz, "güvendiğim dağlara kar yağdı , hiç ummadığım yerden yara aldım", haykırışlarıyla boynum bükük kalktım. Ne paylaştım da aşk acısı çektim o kadar bilmiyorum. Belki de hepsi Bendeniz'in yüzünden... Günde 10 kere tarot bakılır mı? Senede bir kere bakılır... Hoş ben elimin altında bu kartlar varken zaten maksimum bir hafta dayanabilecek kapasitede bir fal manyağıyım ama her gün kaç kere tarot bakılır? 10 kere baktım. Her aynı soru, dönecek mi? Dönmedi. Onu geç, iyi çarpılmadım ben. Ben bu faldan net cevap alamıyorum başka açılım bulmam lazım diye derin bir google araştırmasına geçtim. O araştırma sırasında çok fal bakana 3 harflilerin musallat olduğuna, başına türlü felaketler geldiğine dair yazılar okudum. Ve inandım, ve korktum... Işıkları açıp uyudum... Uykusuz gecelerim, aşk acısından değil, göt korkusundandır. Değdi mi? Değmedi. Üç aylık adamın ardından bir sene ben bu adamla inanılmaz bir aşk yaşadım, ölsem de gam yemem , hayatımın aşkıydı , başkasını sevemem , aşka küstüm triplerinde şuursuz dolandım durdum. Adamı deli gibi özledim. Yıl dönümümüzde -ki bu yılbaşına denk geliyor- değiştirdiğim hattımdan isim vermeden yeni yılını kutlamayı, olay yaratmayı bile düşündüm. Sayfalarca yazdım adama özlemimi, ellerini özledim dedim. Horlamasını bile özledim dedim... Sonra bir aydınlanma geldi bana; iç sesim hayatımda ilk kez kimsenin soramayacağı kadar dürüst bir soru sordu bana;
-Üç ay çıkıp sadece iki kere görüşebildiğin bir adamın yaşatacağı ilişkinin tam olarak nesi özeldi?
Yine ben gözümde büyütmüşüm...
Değdi mi? Değmedi...
 -4 sene milletin sen bu adamla yerin dibine girdin, kim bu cücük dediği bir adamla mücadele ettim. Yeri geldi bir günde 3 kere ayrıldım. Yeri geldi göt gibi ortada bırakıldım. Yeri geldi başıma gelen felaketlerden ötürü ben suçlandım. Ezildim. Annemin ameliyatına giderken bu adam tarafından terkedildim, üstüne bir de benimle barışması için dil döktüm. ( bu noktada sen de su katılmamış salakmışsın dediniz değil mi, çok ayıp).
 Değdi mi? Değmedi...
 -Yine bir 4 sene bir iddaa bayimiz olsa gül gibi geçinir gideriz diyen, dışarıya adım attırmayan, arkadaşlarımla evde otururken bile telefonu açık bıraktırıp konuşmalarımı dinleyen, öğlen yemeğini ona haber vermeden dışarıda yedim diye benden ayrılan, ayrılık şarkılarının sözlerini mesaj atan bir ruh hastasıyla geçirdim. Bunu bir de 15 ay askerde bekledim. Onu da eklemezsem ayıp ederim.
Değdi mi? Değmedi...
Yalnız yanlış anlaşılmasın. Bu adamlar tarafından kıçına tekme yemiş gibi bir eziklikle yazı yazmış olabilirim. Durum her zaman böyle olmadı ama sonuç değil benden götürdüklerine bakacak olursak ben eziğim. Şimdi ben tüm bunları niye yazdım biliyor musunuz? Ben uslanmamışım yazıya başladığım anda bunu fark ettim... Bu gün yine aşık olmak istiyorum. Kalp bir başka çarpsın, belki evreler hep aynı, belki uzun da sürse , kısa da sürse salak ben hemen incinebiliyorum. Belki hemen güveniyorum, belki de farklı olamayacağını bile bile - ki nasıl olabilir,erkek dediğin seri üretim kalas- ama ben bu kalasları da sevdim, yeni gelecekleri de sevmek istiyorum. Hatta o yeni geleceklerdeki çoğul ekini artık kaldırmak ve bir kişi de kök salabilmek istiyorum. Hatta bazen keşke annemin bulduğu zengin koca adaylarımla en azından bir kere görüşseydim diyorum :) ( Annemin bu yüksek performansına bir gün değineceğim) Aşk lazım... Bence sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yemiyor. Ben sıcak sütü içmeye de hazırım... Ağzımın yancağını bile bile... Yayın evi maceramı yazmak için açtığım blogda aşkı haykırdım bu gün, vardır bunda bir hayır der, biraz ezik bulduğum yazıma son veririm. Esen kalın...

4 Ocak 2014 Cumartesi

Yuh Artık....

Bugünlerde yaşadıklarımdan dolayı kendimle ilgili acabalarım oluşmaya başladı... Beynim bana garip olaylar oynuyor. Sanırım içindeki şerefsiz mıknatısını imha etme çabaları sırasında oldukça yoruldu ve saçmalamaya başladı. Bundan üç gece önce , yine uyuyamıyorum. Birden aklıma garip bir şey geldi.
Eskiden oldukça yakın arkadaşım olan bir kız vardı. Şu anda sadece sarı kartlı olan... Kırmızı değil yani. Bu kızı seneler önce benim şu son eski sevgilim ( at olan ) Facebook'tan görüp beğenmişti ve bana onu ayarlasana diye mesaj atmıştı diye hatırladım ben. Bu ne karışık ilişki demeyin, biz o zaman sadece arkadaştık. Ve benim hiç huyum değildir birine birini ayarlamak. Olmaz deyip terslemiştim. Ben o kimseyle kimseyi tanıştırmayan, uyuz tiplerdenim. Alamam o boka dönecek ilişkilerin sorumluluğunu, kendime ne hayrım var da başkasına olsun...
Neyse ben bütün gece bu olayı düşüne düşüne kıskançlık krizine girdim. Hatta o kadar delirdim ki kendi kendime kızı bütün sosyal medya hesaplarımdan silmeye bile karar verdim de , üşendim. Ve hiç kendime gelip de ya ben n'apıyorum demedim. Kızın olayla ne alakası var demedim. Hatta acaba o kızı buldu, yazıştı ve onunla kırıştırdığı için mi böyle oldu dedim. Bir kaç günün bunun siniriyle yaşadım. Hatta o sırada bu at nedendir bilinmez Facebook arkadaş listesini herkese açık yapmış, karıştırırken buldum, didik didik ettim. Bir de neden kudurdum ben, benim bu kız arkadaşımın çok yakın bir arkadaşı bu atın arkadaşı. Tamam dedim , kızı gördü bir yerde, benim arkadaşımda yanındaydı. Çocuk da son gün tesadüfen caddede gördüğümde çok tatlıydı. Tamam dedim. Oldu bu iş. Hatta ben bunları evlenirken bile hayal ettim. Ulan o düğüne ben davet edilirim yani, kızla o kadar kötü değiliz sonuçta, sadece ben biraz mesafe koydum o kadar. Burçları bile aynı bunların. Burçlarının aynılığını bile kıskandım. Kız benden uzun , boyunu bile kıskandım. Kurmakta sınır yok ki....
Böyle her an her dakika iz peşinde, kızın facebook profiline hayatımda bir kere girmemişim , bütün gün bir ona bir atın profiline bakıyorum.  Bir de bu çocuk sosyal medyada aktif değil. Facebook'ta haftada bir anca bir şey paylaşır. İlişki yazmaz, kızla fotoğraf koymaz. Ama arkadaşımdan ümitliyim o an ben. Sonuçta sarı kartlı da olsa benim arkadaşım. Benim gibi düşünen , benim gibi davranan biri olacaktır illa ki...
Bakıyorum, şüphe çekecek bir şey yok. Ama o anda o kız artık benim için yuva yıkan bir kaltak. Ortada yuva yok, çocukla üç gün çıktın ve o çocuk sana köpek dedi, sen ona geber dedin, siktir git dedin , kızın da bir şeyden haberi yok diye içimde haykıran bir ses vardı , yok diyemem. Ama ben onu hemen susturdum ve aldatılan , madur, aşk yorğunu bir kız modunda, boynum bükük, ve senelerimi vermiş edasında çaresizce profil hafiyeliği yapmaya devam ettim...
Bir kaç gün böyle geçti.
Sonra ne mi oldu?
Facebook'ta o kızı beğenip bana ayarlasana diyen, at sevgilime çok benzeyen başka bir arkadaşımmış...
Eski mesajlarımı temizlerken gördüm.
Karıştırmışım...

3 Ocak 2014 Cuma

Söylediğim Gibi Değil....

Bunu neden yaptım bilmiyorum ama son bir kaç ilişkimde ben sosyal medya hesaplarımda ilişkimle yer almak istemiyorum ayağı yaptım... Cool kız kaçtı içime, halbuki Kezban'lığımın çoğunlukla ağır bastığı, Türk dizilerindeki aşk sahnelerinde gözleri dolan, standart bir kızdım ben. Ne zaman o" Facebook'a ilişki yazmayalımlara" karşılık olarak herhalde yaneeee cevabını ağzımı yamulta yamulta vermeye başladım ki ben?
Hayır niye yani? Ve niye biri o anda ağzıma kürekle vurmadı ki benim ? Her ne kadar başkaları yapınca ay bu da bi sevgili buldu her an gözümüze sokacak diye pislik yorumlar yapıp insanların arkasından konuşsam da bu sadece o andaki sevgilisizliğimin bende yarattığı ağır kıskançlığın garip yollarla dışa vurumundan başka bir şey değil. Bir de fotoğraflarda mal gibi çıkıyorum ondan sevgililerimle fotoğraf çektirmiyorum, bunu da ben facebook'ta sevgilimle fotoğraf koymak istemiyorum cağğğnımmmlara dönüştürüyorum. Hep kapak hep kapak...
Halbuki bak gerçekler nasıl?
Öncelikle o ilişki durumu isimle birlikte kesinlikle yazılmalı,
O profil fotoğrafı kesinlikle habersiz çekilmiş doğal bir fotoğrafımız olmalı ( malum poz özürlüyüm ),
Birbirimizin duvarlarını kendi malımızmış gibi kullanmalıyız,
Bütün duygularımızı oradan haykırmalıyız, (mesajlaşmak için başka yol yok değil mi),
Bebek fotoğraflarında sevgilimi etiketlemeliyim, o da fotoğrafın altına "senden çocuğum olsun" adlı parçayı paylaşmalı,
Yorumlaşmamızı kalplerle bitirmeliyiz,
Tweet atmalı bana,
İnstagram'da benimle bir sürü fotoğrafı olmalı,( yine habersiz çekilmiş),
Foursquare'de sürekli benimle check-in yapmalı,
Herkesin gözüne gözüne sokmam lazım...
Çünkü ben artık ay ne itici bunlar ya , reklam yapıyorlar ilişkilerini diyen değil, konuşulan olmak istiyorum.
Sıkıldım. Ben de onlardan olmak istiyorum...
Niye mi?
O kızlar daha mutlu...
Kaliteli ve kendimle yaşayayım dedim de ne oldu...
Tek artısı ayrıldığımda reklam olmadım...
Yalnız iyi bir artıymış bu...
Bir de şu senden çocuğum olsun adlı parça kısmında kendimi kaybettim, onu paylaşacak ayıyla benim zaten işim olmaz.
Bir de bunun bir ortası olamaz mı ya?
Yine ya hep , ya hiç yaptım ben...
Ayrıca bunu niye kurdum ki ben?
Facebook'ta ilişki durumu yazmayan adamlar yüzünden coştum ben. Yazmayalım deyince yazasım geliyor. Fotoğraf koymayalım deyince koyasım geliyor.
Bunu bundan sonraki sevgilim şu anda okuyorsa kesin kafasında acabalarıyla boğuşuyordur.
Bu kız ne istiyor kısmını geçtikten sonra zaten hayır gelmeyecek bu çocuktan...
Henüz o aşamayı da geçebilen olmadı. Zaten ben de pek emin değilim ne istediğimden...

Gelecekteki sevgilime not:
Adam ol, bunları aşarız sevgilim...
(Bak şimdiden de hitaplarla samimiyeti ilerlettim, hadi yine iyisin)


2 Ocak 2014 Perşembe

Yoga Yaparken Bir Aydınlanma...

Malum yeni yıla girerken herkesin kafasında aynı düşünce...
Daha sağlıklı yaşayacağım, daha sağlıklı besleneceğim, daha çok spor yapacağım, ruhuma iyi gelen şeyler yapacağım, eskileri eski yılda bırakacağım, sigarayı bırakacağım vs vs vs vs...
Bir haftalık gaz ömrü var bunların hepimiz biliyoruz da, yine de her seneye bu ümitlerle giriyoruz. Her sene bir hafta uygulasak, 50 sene karar versek, toplamında yaklaşık bir senemizi de gayet sağlıklı geçirmiş oluyoruz, eh fena değil, diyerek 1 Ocak itibariyle Yoga'ya geri dönüş yaptım. Birinci gün gayet sorunsuz, açtım yoga dvd sini, rahatlıyoruuuuzzzzzz, burundan nefes alıyoruzzzzzzzlarla başladım. Tamam da rahatlamıyoruz kısmını geçiyorum. Hele ki yoga sonrası meditasyon kısmında, değil zihin boşaltmak, acaba şurada yarattığım pozitif enerji akımından telepatik olarak etkilenip mesaj atan eski sevgilim olmuş mudur diye bile düşündüm. Akşam ne yesem diye düşündüm. Hatta kalkıp bir tarot mu baksam diye bile düşündüm. Yine de sorunsuz bitti sayıyorum.
Geliyorum 2.güne;
Bu sefer 1. seviyeye konsantre olamıyorum ben ileri seviyeyi açayım dedim. Ortamı düzenleyeyim, havaya gireyim dedim. Aldım mumları odamda yere sıraladım, yaktım hepsini, gayet güzel bir ortam yarattım. Görsen, bu kız yogaya hazırlanıyor demezsin de, az sonra sevişecek dersin belki ama onu senin fesatlığına veriyorum. Çünkü ben genelde boku hep karşı tarafa atıyorum...
Yine açtım cd'yi, bu sefer 2. seviye, hareketler daha zor, ister istemez konsantre oluyorsun. Oldum da , dozu yok bende tabii hiçbir şeyin , hareketler bitti, geldik meditasyon kısmına, eğrilip bükülmekten, baş aşağı durmaktan, istesem de ne eski sevgili, ne yeni sevgili ne de başka bir şey düşünecek vaziyetteyim, uzandım yoga mata, gözler kapalı, şu çakramız açılıyor , bu çakramız dönüyor adam konuşurken birden bir sıcaklık ve bir ışık hissettim...
Tamam dedim, doğruymuş... Aydınlanma böyle bir şey. Ben dünyaya yoga yapmak için gelmişim... Yalnız bir de yanık kokusu gelmeye başlayınca anladım ki aydınlanan ben değilim.
Ev yanıyor! Perde tutuşmaya başlamış...
Sen misin mumlardan yoga ortamı yaratan salak?
İşin diğer garip tarafı ise, anneme ev yanıyordu az kalsın diyorum, hadi ya ben de sen yine o garip otlarını yaka yaka negatif elektrikleri evden atıyorsun sandım, boş ver, ben yanık kokusuna senin otlarından alıştım demesiydi.
Yanık perde de odaya marjinal ve isyankar bir hava kattı... Saçımla tek gözümü kapatıp, diğerine de göz yaşı çizersem ben oldum demektir...

Hesabı Kim Ödeyecek?

Ya hep , ya hiç bende...
O kadar keskin ki mantık ve duygu arasındaki gelgitlerim, asla dengeleyemedim kendimi... Kulağımda yine kulaklıklar, listeyi karıştırmışım,800 şarkıdan hangisi denk gelirse dinliyorum. Bu i pod listesi bünyesinde iki sevgili, 1 adam barındırdı. Diyeceksin ki hesapta bir hata var, yok canım. Biri adamdı, diğeri... Neyse, hakaret etmeden konuya döneyim ben. Kendisi attı zaten, evet bildiğin at. O konuya daha önce değindim sanıyorum. Değinmediysem de bir dipnotla geçerim bir ara.
Gelelim asıl konuya, ben bu yazıyı yazarken fonda Hande Yener - Armağan adlı parçasını seslendiriyor... Bu şarkıyı, bu listeye tanık iki sevgiliden adam saydığımla daha birlikteyken, ayrıldığımda dinler dinler ağlarım diye i pod'a atmıştım ben. Bu ne biçim iş? İnsan neden birlikteyken , ayrıldığı zaman dinleyeceği şarkıyı düşünür, bu kadar mı ayrılmak istedin deme, sen demeden ben söyleyeyim...
Hayatta en korktuğum şeydi bir gün bu adamdan ayrılmak...
Ve daha önce birlikte olmaya karar verdiğimizde bunu sadece üç hafta sürdürebilmiş, yine bu adam beni bırakırsa ben n'aparım korkuma artık dayanamamış , bu korkuyla yaşayamam deyip, adamı kendim bırakmış ve üç hafta için üç ay ayrılık acısı çekmiştim.
Bu denememizde de 3 ayı geride bırakmıştık, haliyle 3 katından fazla bir süredir birlikte olduğumuzdan korku kat sayım beni iyice paranoyaklığa sürüklemiş ve ben şimdiden ayrılık şarkılarımı seçmeye başlamıştım. Hatta o zamandan dinlemeye başlamış, triplere girmiş ve adama da bunu bol bol hissettirmeye başlamıştım. En sonunda o kadar kaptırdım ki tribe, sıradan bir kavga sırasında adamın söylediklerini bile yanlış anladım. Beni bıraktı sandım. Kendimi kaybettim....
Korktuğum başıma geldi sandım...
O salak da demedi ki yanlış anladın diye. Desene ulan.
Belki de ben küfrederken, hayatı sorgulamakla meşguldü çocuk, bilemedim ki....
Neyse yine bok yoluna gitti bu ilişki...
Ve ben ilk iş o zaman da bu şarkıyı açıp dinledim. Çünkü bu adam bana geri döndüğünde ilk aklıma gelen cümleydi "Bir ömür yeter bana bu armağan, ölsem de gam yemem artık " !!!!
Ve tabii tadı damağımda kaldı...
Gel zaman git zaman,bu ayrılık acısı da hafifledi( dikkat geçmedi) sadece hafifledi, hatta araya bir at girdi...Ve ben bugün anladım ki ben artık öküz olmuşum...
Bugün bu şarkıyı dinledim ve o ilk zamanlar dikkatimi çeken sözler yerine "Yedik,içtik, sanırım doyduk. Hesabı kim ödeyecek?" sözüne takıldım. Tabii ki manidar bir söz, ben de farkındayım orada benim aklımdan geçen biraz sonra açıklayacağım şeylerle zerre alakası yok, lakin ben bu şarkıdaki ufak hesapçıyı bulunuza kadar geldim. Hatta cimri mi cimri bir sevgilim vardı benim(dün am biti diye bahsettiğim), üzerinize afiyet oğlak burcu, onun bu hesap ödeme konusundaki ketumluklularına kadar andım...
Ve anladım ki , körle yatan şaşı kalkar sözüne güzel bir örnek olmuşum. Ben öküz olmuşum artık. Bunu az önce de yazdım ama , gönül vurgulamak ister, neyleyim a dostlar?
Ama yok bu duygusuzluk beni rahatsız etti, benim illa etkilenmem acı çekmem lazım diye düşündüğüm için şarkıyı bir kaç kez daha dinledim. Veeee nihayet kıvama geldim, demeyi çok isterdim... Ama son at macerasından sonra, duyguları alınmış bir erkek düşmanına dönüştüm. Halbuki at düşmanı olmalıymışım , yazık ki hayvan severim....
"Yedik , içtik, sanırım doyduk. Hesabı kim ödeyecek ?" sözüne ise bir cevabım var;
Oğlak burcuysa kız öder.
Boğa burcuysa çocuk zaten kıza ödetmez.
Kaçıyorsa senindir, dönerse serbest bırak...
Olmadı değil mi?
Olmaz tabii, kafa çorba...
Öpüyorum çok çok.

1 Ocak 2014 Çarşamba

Karşımıza Çıkan İnsanlar Aynamızsa Ben Ne Şerefsiz İnsanmışım...

Hazır yeni yıla girmişiz, ben de kendi kendime dedim ki kızım senin hiç derdin tasan yokmuş gibi otur bir güzel geçmişini düşün. Kimlerle nelerle karşılaşmışsın , başına neler gelmiş... Sanırsın 3 çocuğumla kapıya kondum, ya da tenha bir yerde sıkıştırdılar beni, tecavüz ettiler. Bak yazarken bile üç kere tahtaya vurdum, vurdum da hayatımdan geçen odunlar tahtayla yakın temasımdan dolayı yine aklıma geldi.
Üşenmedim kronolojik sırayla evrenin her birini aynam olarak tanımladığı adamlara bir göz attım...
Kendimden tiksindim!
Biraz bahsedeyim de siz de tiksinin, yalnız rica ediyorum benden değil, adamlardan!
Sene 1989; 4 yaşındayım o zamanlar...
Her sabah kapımızın önünden geçen kırmızı servise aşığım. Ona binmek istediğimi anneme açık açık anlatamamış olmamdan kaynaklanan bir yanlış anlaşılmayla anaokuluna gitmek istediğim düşünülmüş olacak ki ben okula yazdırılmışım... Okulda da bir çocuk var, yan sınıftan bakışıyoruz bununla...
Bir dakika ya çok geriye gittim ben...
Buradan başlarsam, blog yazısı amacından sapacak.... Bu çocuğun kulağını kopardım "yanlışlıkla". Bunu geçiyorum.
İlkokul desem, sümüklerini sıranın altında biriktiren ve o biriktirdiği yere bacakları sürttükçe pantolonu kuru sümük olan bir çocuğa aşıktım. İşte sorun burada başlıyor. Yanlış anlamayın sümükte değil, talihsizliklerin başlangıcı bu çocuk...
Be yavrum, seni sümüklü halinle kabul etmişim ben, onu bırak, iki senede ayakkabı bağlamayı öğrenememişsin, anan bile bağlamamış ayakkabılarını , iki sene diyorum bak iki sene ayakkabılarının bağcıkları benim narin ellerimde şekillendi senin. 5 sene o sümüklere tahammül ettim de takdir edilmedim ben. Bir gün artık dayanamayıp öğretmene ispiyonladım da , defterim dürüldü o gün benim.
Çocuk benimle hiç konuşmadı o günden sonra...
Şimdi nişanlı.
Bağcık bağla, sümükleriyle kabullen, 5 seneni ver , gitsin domuz burunlu bir kızla nişanlansın...
Neyse geçelim ortaokula , böyle diyorum çünkü benim zamanımda ortaokul vardı.
Vay efendim ben neden 5 kişilik bir grubun 4 erkeğiyle çıkmışım?
5. sine aşıktım da ondan.
Adama o kadar takmıştım ki, kanka olalım kanlarımızı birleştirelim dediğinde bile parmağıma iğneyi soktuğum gibi deştim kendimi. Kimse de bana ulan salak, adama aşıksın sen demedi...
Kimse de bilmedi ki. Onun yüzünden Kasım ayında şort üstüne kazak giyen bir çocukla bile çıktım ben. Sonra çocuğa giyinmeyi öğrettim de o gerçekten çok şerefsizdi. Adam olmayı öğretemedim...
Yalnız bu gruba çok emek verdim...
Şu an bir kısmı nişanlı , bir kısmı evli.
Gelelim liseye;
Ben bu ortaokuldaki gruba gel zaman git zaman uyuz olmaya başladım. Baktım benim imkanlar kısıtlı, lisede bunları rahatlıkla dövebilecek bir adamla çıktım. O sene bir öküzle hayat geçirmek nasıl olurmuş gerçeğiyle ilk tanıştığım sene oldu. Gerçi öküzdü möküzdü ama ben de çok fena boynuzladım çocuğu...
Onu boynuzladığım çocukta şerefsiz çıktı.
Şu an bu ikisi de nişanlı.
Ya sonrakiler,
Lise bitti,
Gittim kendime Bursa'dan bir çocuk buldum. Ne kuru fasülyeler pişirdim buna, 4 sene, dile kolay. Her özel günümüzde adam benden kuru fasülye istedi... Ben de zamanla buna ayak uydurdum, her gün börekçiden patatesli börek istedim. Karbonhidratlı bir ilişki yaşadık anlayacağınız...
Bunu da ben terk ettim ama o da peşimden koşmadı, al bak bu da şerefsiz...
Bu da evli.
Üniversitede bir am biti buldum kendime. Daha doğrusu o beni buldu... Böyle nasıl desem, ufacık bir şey. Dışardan bakınca liseli ergen, içinden bakınca katmerli üç kağıtçı. Ulan evsiz kalmışım, bundan ötesi yok adam bana tutmuş, sen şu anki durumunun altına sığınıp bana trip atıyorsun diyor. Ha bu bana yeter mi yetmez. Annemin ameliyatından bir gece önce facebook şifremi isteyip, kavga çıkartıp, benden ayrılmış bir arkadaştır kendisi... Al şimdi bu ne bu şerefsiz değil mi?
Bu da nişanlanır yakındır.
Tövbe yarabbim bir kız bulmuş kendisine, kıskanmak için ne kadar uğraştıysam da yapamadım...
Bu am bitinin döneminde tanıştığım, ilk tanıştığım gün aklıma kazınmış bir arkadaşımız var, bu da üç hafta koştu peşimden... Baktım ben bu adama aşığım... Dedim takıntı ne kasıyorsun pas ver şuna. Verdim de adam iki hafta sonra benim buralarda götüm başım oynayacak dedi. Götünü s.ksinler senin demedim sanıyorsanız beni gereğinden fazla terbiyeli sanıyorsunuz. Bu da şehir dışındaydı bu arada... Adam niye böyle dedi demeyin diye dip not düşeyim dedim...
Üç haftalık ilişkinin üç ay acısı çekilir mi? Çekilirmiş. Halil Sezai dinledim ben üç ay odamdan çıkmadan...
Sonra da tıpış tıpış geri döndüm zat-ı muhtereme...
Döndüm de, yine olmadı ya.
Yalnız bunda nasıl gözüm kalmışsa çocuk değil evlenmek , nişanlanmak, sevgilisi bile olamıyor. Hoş anladığım şu ki karşılıklı lanetlemişiz bir birimizi ... Bende de bir hareket olamadığına göre...
Bu am bitiyle, ondan sonrakinin arasında unuttuğum twitterda mavi donuyla poz veren bir çocukla da çıktım ben. Diyeceksiniz ki , madem mavi dona tepkin var neden çıktın? Onu ayrıldıktan sonra gördüm...
Talihsizlik işte.
Bu arkadaşımız da benimle tanıştığı andan itibaren önümüzdeki en az 10 seneyi planlamış, gelecek hayalleri kurmuş, lakin ben KPSS gününü şaşırıp sınavı kaçırdığım için beni sorumsuzlukla suçlayıp ayrılmıştır. Benim devlet memuru olmam bu kadar mı önemliydi be mavi don?
Kendisi şu an hayatımda kırmızı kartlı olan eski bir dostumla kırıştırmakta, hatta evlenecek bile olabilirler.
Gelelim sonuncusuna...
Bu yeni bir hikaye...
Kişi eski aslında, 5 senelik bir mazi, Facebook üzerinden yapılan 1000 sayfa sohbet, 97 ortak arkadaş, bir nereden tanışıyoruz acabadan, seni seviyorumlara uzayan bir hikaye...
5 sene sadece facebook'tan muhabbet ettiğim bir arkadaş. Hadi dedik biz tanıştığımızda antenli telefonlar vardı, bu maziye bir kahve içilir, içtik...
Bir kahve, bir kahve daha derken , baktım bu bana bayık bayık bakmaya başladı... Yalnız sanırım ben de öyle bakmış olmalıyım ki biz bununla da çıktık... Sonra bu çok istekli arkadaşımız kendisiyle kalmasıyla gerektiği kanısına vardı. Gerçi ben onu suçlamıyorum, bu tamamen iki üstte anlattığım götü başı oynayan zat-ı muhteremin lanetidir. Başka bir şey olamaz. Yoksa bir insan bu kadar dönek olamaz. Olur mu? Takarım şimdi ben buna..
Neyse bunun şu an ki medeni durumu hakkında bilgi sahibi değilim, elimi attığım nişanlanıyor. Bundan da beklerim...
%78 gibi bir oranı evli ve nişanlı, gerisi meçhul, biri lanetli adam profilim var. Bayandan temiz, almak isteyenler buradan irtibata geçebilir arkadaşlar...
Bu adamlar mümkün değil benim aynam olamaz....
Bir kere takıntıları yok bunların...