-->

29 Ekim 2015 Perşembe

Hayır Beyefendi Aradığım Puşt Siz Değilsiniz!

"Bu kız bu çocukla çok uğraştı, dur ben buna hiç aklına gelmeyecek başka bela bulayım"
Evren'in benim için uygun gördüğü çalışma tarzı malumunuz bu, bir de bu mutlu oldu galiba dur yarım bırakayım da apışıp kalsın stili var ki o tadından yenmiyor. Gerçekten de yenmiyor ama...
Konunun derinine yazımın ilerleyen kısımlarında ineceğim ama hal böyleyken, bir de ülkede durum vaziyet pek bi meymenetsizken benim kırılmaya yüz tutmuş zembereğim iyice yerinden oynadı sayın okuyucu.
Bir kere metroya binemez oldum, metro beklerken gözüme illa ki birini kestiriyorum ve canlı bomba damgasını vuruyorum, onunla aynı metroya binmiyorum, bir sonraki metroyu beklerken de geçen 5 dakika içinde gözüme yeni bir canlı bomba kestiriyorum ve bu böyle uzayıp giderken ben gideceğim yere gidemiyorum. Metro istasyonundan çıkıp bir taksiye biniyorum, o daha güvenli geliyor, binerken elimde telefon, hemen plaka, durak adı ve durak telefonunun fotoğrafını çekip, rahatlıyorum. Ama bu taksi şoförlerinin trafikte sinirli olanı da hiç çekilmiyor. Taksicilerin birliğinde şikayet dilekçelerimden kitap yazarım. "10 adımda şikayet dilekçesi yazma kuralları". Haliyle sokağa çıkmak da benim için eziyet oldu. Bu arada annemi hastaneye götürürken kaldırıma bırakılmış inşaat demirleri yüzünden düşerek elimi kolumu parçaladım, annemin ekmeğinin içinden de plastik parçası çıkınca biz annem Bayan Pire ile bizde büyü olduğuna karar verdik. Biz bu başımıza gelen talihsizlerden başlayarak geriye gide gide, ilişkilerimizin yarım kalmasından, iş güç vs. her konudaki talihsizliklerimizi birbirine bağladık ve bir hocaya gidip kısmet açtırmaya karar verdik. Başladık hoca araştırmaya, tarifeler maşallah , bir yandan bunlara para mı kaptıracağız korkusu, bir yandan vadettikleri peşimizden koşan erkekler ve kafamızın üstünden yağan paralar , etrafımızı sarıp sarmalayan bolluk ,bereket ,aşk,para melekleri, tılsımlar, dualar, sayılar, ritüeller derken, öğrendik ki teknoloji bu alemleri de içine almış. Whatsapp'tan bir fotoğraf gönderiyorsun, çat sende kaç tane büyü var söylüyorlar. Allah için bir tanesi de yok demedi. Sanırsın bütün dünya oturmuş bize büyü yapıyor. Neyse baktık bu işler hacı hoca takımıyla olmayacak, dedik bizim neyimiz eksik, biz kendi büyümüzü bozarız. O kadar çok şey yaptık ki, büyüyü bozmayı beceremediysek bile, büyü utanıp üstümüzden gitmiştir. Evde üzerlik, yedi sokak süprüntüsü yakmayla başladığımız ritüeller yumağımıza, ipe dualar okuyarak ve gecenin bir vakti, sokaklara çıkıp o ipi gömerek devam ettik, yetmedi sirkeli suyla yıkandık. Leş gibi koktu. O sırada sirkenin etkisiyle içimdeki pisliklerden temizlenirken Bay Dünya Markasını da silip attım :) yok bu şaka tabi ki, pislik demiyorum ona, ne ona ne o kıza, hatta keşke bir arada olsalar diyorum. Çünkü ben bir gece hiç üşenmedim sabaha kadar o kızla ilgili bütün düşüncelerimi söyledim. O kızdan neden nefret ettiğimi buldum, Allah üşenmemiş, babamın annemi aldattığı sekreterinin bir küçüğünü yaratmış, onu da benim eski sevgilimin karşısına çıkartmış. Eski sevgilim Bay Dünya Markasıyla babamın burcu aynı, hop kurdum bağlantıyı, bu adamı silip atmam için evrenden bir mesaj bu dedim. O bağlantıyı nasıl kurdum hiç sormayın. Zerre umurumda değil.
Sonra şu kimimizin elektroniklerini bozan, kimimize eski sevgililerini getiren Merkür Retrosu geldi çattı. Ve bana 13 yıl önceki sevgilimi getirdi, kendini aştı bu retro. Yalnız keyiflenmedim desem yalan olur. Yalnız adam için o zamanlar söylenen laf şu "10 lafından 9'u yalan 1'i şüpheli". Ve bu da babamla aynı burç, buna da bi tane nefretlik kız denk gelir mi acaba? Yok bunun etrafında gerçekten çok hoş hatunlar var. Ama ben , ben gibi değilim artık. Ben onunla mesajlaşırken, şu çok eskilerde kalmış Bay Ruh İkizim meğer ne masummuş, nerdesin be adam triplerimi bile şurada bir kaç gündür atlattım. Yok ama onun döneceği... Büyülerimizi bozarken gözüme gözüme çarpan sevdiğini geri döndürme dualarını yapmayı aklımın ucundan bile geçirmedim dersem yalan olur. Ama boşa olur, onların ailece haftada bir ziyaret ettiği hocaları var, muskası var adamın , o profesyonel, ona bir şey etki etmez artık.
Bu kız sıyırmış dediniz mi?
Neyse yorum yapmaktansa, varsa bildiğiniz kısmet açma, büyü bozma, yıldız yükseltme ritüelleriniz alırım bir dal...
13 yıl önceki sevgilime n'olduğuna gelince...
Korkuyorum sayın okuyucu, buluşmaya bile korkuyorum....

1 Eylül 2015 Salı

Başlık Görselde Saklıdır :)

   3 gün daha dursam 2 aydır yazmayacakmışım...
Böyle bir şeyi ancak ani bir evlilik teklifinin üstüne kıyılan yıldırım nikahı sonrası çıkılacak 2 aylık Bali tatilinde yapabilirim diye düşünüyordum ama tabii ki öyle bir durum söz konusu değil. Olsa İnstagram hesabımda Bali kumlarıyla bütünleşmiş ayak fotoğraflarımdan herkes görürdü :)
   2 ay boyunca geçmişimi temizlemek, zihnimden atmak ve eski sevgili + 7 sülale ve likelanan tüm kızlara stalk alışkanlığımı yenmek için bir hastaneye yatsam eminim dünya için küçük kendim için büyük bir adım atmış olurdum fakat bunu da yapmadım.
   Peki neler yaptım? Mesela gittim "Bay Dünya Markası'yla" buluştum. Ben ne günah işledim de bu adamla salak bir isim analizi seminerinde karşılaştım bunu düzenli olarak soruyorum. Bir adam düşünün ( adam burada lafın  gelişi yazıldı ) ,hayatından gitmek istiyorum dediğinizde ağlayan, gitmemeniz için yalvaran, buluştuğunuz gün arkadaşı öldüğü için yanınızda ağlarken, 3 dk sonra kahkahalarla başka bir şeye gülebiliyor, 1 saat sonra ayaklarınızı öpüyor, yarım saat sonra şakasına seni öldürürüm dediğinizde bir cinayeti nasıl işleyip , sıyrılabileceğiniz konusunda size inanılmaz taktikler veriyor ve bunu yaparken gayet ciddi olabiliyor, hemen arkasından dizlerinize yatıp uyuklayabiliyor, ve bu adam sizin yanınızda bunları yaparken aynı zamanda instagram'da sinekle kara fatma karışımı bir kızcağızın bütün fotoğraflarını beğenip,  "instagram'da seri beğeni tuşu olmalı" diye hayıflanıyor, bu sırada size hayatındaki yerini ve önemini anlatıyor, ertesi gün bunları söylememiş gibi davranıyor, umursamıyor , hemen arkasından oturduğunuz semtte muhtarlık binası bombalandı diye sizi mesaj yağmuruna tutuyor, sonra yine yok oluyor, ve instagramdaki sineğe laf ettiğiniz için size hiçbir şey olduğunuzu en adi cümlelerle hatırlatıyor, sonra görüşmek istemiyorsunuz ama adam yazmaya devam ediyor, sabahlara kadar sizinle mesajlaşıyor, veda etmek istiyorsunuz veda etme yarın edersin diyor, ertesi gün herhangi bir şey sormak için mesaj attığınızda ise bavul hazırlıyorum deyip başından atıyor. Nereye gidiyor? Çeşme'ye, Çeşmede kim var sinek hanım kızımız ...
Peki bu sinek kızımız ne yapıyor? Sinek kızımız İstanbul'da günde 24 fotoğraf paylaşıp durmadan selfie çekerken, Çeşme'ye gidince 3 günde bir fotoğraf atıyor ve altına yorum yazıyor "biliyorum çok merak ediyorsunuz ama iyiyim", " eğlence fotoğrafı atmayacağım soran arkadaşlara duyurulur" kim soruyor acaba? Ağustos böceğiyle karınca mı? Kurbağa mı?
  Neyse Bay Dünya Markası'na da kızamıyorum ki, adam çocukluğunda yaptığı anlaşmalarından, insanlaştırdığı kibirinden, nobel ödülü alan şizofren matematikçi idolünden, 2. kişiliğinden, akıl hastanesinde doktorları iyi olduğuna inandırıp nasıl taburcu olduğundan bahsediyor.
Bence benim sinekle ilgilenmek yerine Allah kurtarsın demem lazım, ben ucuz atlatmışım, bu adam beni ortadan ikiye bölüp çöp tenekesine atmadıysa sokakta gördüğüm her dilenciye verdiğim paraların yerine ulaştığının kanıtıdır.
Ne demişler 1 sadaka 1000 belayı def eder, bu adam da nasıl olsa 1000 belaya bedel.
Bazen bu adam çok zeki ve benimle de t.şak geçiyor diye düşündüğüm de olmadı değil ama yok cidden şizofren bu arkadaşımız...
Kendisi şu an bir kitap yazıyormuş, tabi bunu da hayalinde mi yapıyor , gerçek mi onu da Allah bilir...
Ben kitapta, arada bir gelen kanatları kendisinden büyük melekmişim.... Peki ya instagram'da kendi fotoğraflarını beğenen, insanların onu merak ettiğini düşünen, 1 tl lik bileklik aldı diye onu bile paylaşıp yüzyılın aranan bilekliğiymiş gibi davranıp o ucuz şeyden bile reklamını yapan sinek hanım kızımız ne olacak?
Ne diyelim? Şizofren sevgilimiz olmadı demeyiz.
Bu hikaye de burada bitti, fakat Evren'e sitemlerimi iletiyorum, bununla karşılaştığım için...
Tabi burada Evren'in dili olsa bana şunu der;
"Ulan beyinsiz karı, o gün İstanbul'a yüz yılın karını yağdırdım, dağda su girmemiş botlarına su soktum, senin ateşini 40'a çıkardım, İstanbul'un bütün taksilerine sen seminere gideme diye müşteri buldum, sen ne yaptın?"
Ben gittim.
   Tamam sitemi kesiyorum ve geçiyorum Bay Ruh İkizim ve muhteşem ailesine...
Bay Ruh İkizim anasının daha ben varken tanıştırmaya çalıştığı kızla tanıştı, yalnız ailece çizgilerini hiç bozmuyorlar buluşmaya her defasında kız kardeşiyle gitti. Sonuç ne oldu onu bilmiyorum, ailece Bodrum'a gittiler. Sevgili kız kardeşi bugün bir tweet atmiş, aşkın yaşla, cinsle cibiliyetle bilmem neyle alakası olamayacağına dair...
   Bir an ulan madem böyle düşünüyorsun ne diye ailece üstümüze çullandınız manyaklar ordusu diye tepkimi belirtmek istedim ne yalan söyleyeyim.
Sonra düşündüm de onunla da olamazdık nasıl olsa, haliyle ne vesileyle bittiyse bitmiş dedim.
Tabi bunu dedikten sonra da stalk olayına tövbe ettim dememi beklemeyin, ben nasıl bir bağımlıysam, patronumu bile boş vakitlerimde stalkladığımı fark ettim.
  Boş işlerle uğraşmaktan evde kalacağımı düşündün mü sayın okur?
Boşuna düşünmüşsün, kendime; blog nedir onu dahi bilmeyen, bütün gün şirketlerini sıra sıra gezen, akşam eve gitmediyse kuzeniyle buluşan, ya da benimle eğlenen, sosyal medyaya zerre vakit ayırmayan, tanımadığı insanlara değil yorum yapmak, takip dahi etmeyen, sabah erken kalkacak olmasına rağmen benimle biraz daha konuşabilmek için uykusuz kalmaya razı olan, ben uyu desem de uyumayan ve benimle mesajlaşan birini buldum, daha doğrusu bende bu kadar düzgününü bulacak kabiliyet olmadığından o beni buldu.
Bu da çok sakin, bununla da olmaz bence diyerek, sizin de tüüü salak bu kız iltifatınızı alarak yazıma son veriyorum...
Yazı biraz tatsız olabilir çünkü yazımın 4/3'ünü şizofren bir dünya markasına adadım,
Tamamen tesadüf ve önceden planlanmış olsa da Çeşme'ye gidiyorum!...




4 Temmuz 2015 Cumartesi

Ne Kıymetli Aşkın Varmış Domuz!

1 aydan uzun zaman yazasım gelmedi, tövbe yarabbim bir ölü toprağı üzerimde, takma isim bulup blog'da ballandıra ballandıra yerin dibine sokamadığım bir adam içimi öyle bir ezdi ki, o eziklikle boğuşa boğuşa günleri devirdim. Ne bunalımlı , ne fena başladım yazıya değil mi? E napalım? Ruh ikizi bu kolay atlatılmıyor...
Kendimi meditasyona, yogaya, mandalaya verdim. Zihin boşaltmak ne kelime, O'na söyleyemediğim ne varsa kendi kendime kafamda diyalog haline getirdim. Pardon monolog! Çünkü hayalimde bile konuşmadı öküz. Salak salak baktı suratıma! Bir kaç kere rüyamda gördüm, orada da konuşmadı. Sonra hadi Takıntı o kadar kişisel gelişim eğitimin var , bağ kesme çalışması yap dedim, affet, özgür bırak dedim. Akşam affettim , özgür bıraktım, sabah yine kafada diyaloglarla uyandım. Bir de bağ kesme çalışması anılarım var ki akıllara zarar. Kim bulduysa bu yöntemi, beni tanısa, zihnimizde canlandırdığımız altın makasla değil kötü bağları kesmek beni parça pinçik ederdi. Şimdi bu bağ kesme çalışmasının bir bölümünde zihnimizde affetmek istediğimiz insanı karşımızda canlandırırken sarılıp , seni seviyorum, seni affediyorum diyoruz, ben buna bir sarılıyorum, kopuyor orda olay, vay efendim bir kere sarılamadımlarla başlayan kendime eziyet etme stilim, çok özledimle sonuçlanıyor. Affetmesine affettim diyelim, özgür bırakamıyorum, tam bırakacağım, aklıma çocuğa durmadan kız arayan anası geliyor. Ben bıraksam başkası hemen alacak gibi geliyor. Gerçi alan 3 güne uyku ilacı içirip belediye binasının önüne bırakır ama gönül işte, malum benimki çok düzgün yerlere konamıyor. Spiritüellikle, aşk acısı arası bir yerde sıkışıp kalmış durumda, gece ertesi günün iş planlarını yaparak, sabah erken kalkmak için alarm kurarak, asla erken uyanmayarak ve o iş planlarını uygulamayarak 1 ay geçirdim. 
Adama tek bir trip mesajı atmadım. Bilerek ve isteyerek engellediğim sosyal medya hesaplarına da haliyle ulaşamadığım için kendisinden haber almadım. 
Allah'la pazarlığa bile oturdum. Eğer dönecekse unutmayayım, ama dönmeyecekse sabah uyandığımda hafızamdan silinsin bu işaretle durumu anlayayım bile dedim. Daha da sapıttım, sıradaki şarkı ondan bana olsun dedim, bir kere de giderli şarkı çıkmadı, hep bir aşk acısı, hep bir geri dönmeler... O söylemiş gibi götüm kalktı o anda. Züğürt tesellisine farklı açılardan örnekler oluşturdum. O benim ruh ikizim biliyorum o da benim kadar kötü dedim.
En alakasız insanlar geri döndü bu arada...
Kendime sordum zamanında dönsün diye falcı falcı gezdiğin adamlar geldi , napıcaksın dedim?
Umrumda olmadı. 
Oturdum bir deftere, ona söylemediğim ne varsa yazdım, defter beyaz, adam titiz diye her gün ıslak mendille defter temizledim. 
Geçmişte başka başka insanlarla yaşanmış ne varsa adamın bir elimi tutuşu hepsini silip atmış , ağzım burnum kaya kaya bunları düşündüm.
Ve tam o anda aklıma çok fena bir şey geldi...
Elleri terliyordu.
Bundan bile tiksinmediğim için kendime biraz daha acıdım!
Bir de işime öyle geldiği için demek ki aşıkmış, heyecan yapmış dedim.
Bunları yaparken yaşımdan başımdan hiç utanmadım da, adamın o terlemiş ellerini tutmuş olmama rağmen bu halde olmamıza çok içerledim.
İçerleyerek uyumayın, 
1.5 ay tek kelime etmediğim adama, gecenin 4'ünde uyanıp, büyük bir hırsla 10 mesaj uzunluğunda bir mesaj attım. Özellikle cevap vermemesini söyledim. Cevap vermediğinde göt olmamak adına.
Gerçekten de cevap vermedi, ben de göt olmadım !
Olmadım değil mi!!!!
Ben anladım ki iletişim kurmadığım, içime attığım zaman , ezikleşiyorum. Sabah inanılmaz bir enerjiyle uyandım. Kendime geldim, kafamda monologlar yaratmadım, şarkı tutmadım, özlemedim, en azından az özledim...
Numarasını silerken aldığım ekran görüntüsünü de  silerek kendime dürüst davrandım. Sonra bir an nolur nolmaz diye hafızamı zorladım, numarayı hatırlamak istedim, hatırlayamadım. 
Sadece aşığım yazdığı mesajın ekran görüntüsü kaldı.
Çeyizime saklıyorum.

28 Mayıs 2015 Perşembe

Peki ya mutsuzluk nedir...

Mutsuzluk, sevdiğin adamın gözlerinin gün be gün donuklaşan o içler acısı haline uzaktan bakmaktır... Elini uzatamayacağın mesafeler ve duvarlarla inşa ettiğimiz ayrı yollarımızda yürürken gördüğüm o ifadesiz ve bitkin bakışların aynısıyla aynada karşılaştığımda kalan son ortak noktamız olduğu için içim ısınacak kadar zavallı mıyım ben? Tabi ki hayır demeyi, buradan saydırıp sövmeyi, diğerlerine yaptığım gibi alay etmeyi de isteyen yanım çok dönek çıktı... Arıyorum o halimi...
Dünya üzerinde şu anda kim bilir kaç kişi sabah kalbi ezilerek uyanıyor , en olmadık yerlerde çalan bir şarkıyla kim bilir kaç kişi mıh gibi yerine çakılıyor,  kaç kişi yaptığı işin ortasında durup öylece bir noktaya baktığını dakikalar sonra fark ediyor, ve kim bilir kaç kişi canı çok yandığı için artık insanlara yaklaşmaya korkuyor?
Çok standart değil mi? 
Acaba o nasıl diye düşünmek de normal...
Bir yandan acı çeksin diyen yanın, bir yandan o donmuş, yaşam belirtisi göstermeyen bakışlara acıyan yanın büyük bir kavga verirken ifadesiz kalmak, her gün biraz daha susmak, içine içine konuşmak da normal o zaman...
Biriyle aynı anda aynı şeyleri hissederken ayrı yollarda yürümek normal mi peki? Kendi yoluna gitmiş bir adamın , her nefesini hala ensende hissedebilmek, sıradan bir mesajlaşmayı son olduğunu bildiği için uzatmak için can çekişen bir adamla bir kadının hikayesi de normal mi?
Sen artık çok susuyorsun diyen en yakınlarından gözlerini kaçırmak, zorda kalınca , üstüne iki beden büyük gelen emanet maskelerini takıp gülmeye çalışmak, görevin bitince odana kapanıp, donuk gözlerinde hala aynı insanı görmek, gururunu el üstünde tutup, pohpohlamak, sırf bu kötü halini görmesin diye sana ulaşmasına engel olmak da normal...
İnsan hayatı boyunca belki defalarca sevebiliyor, her seferinde acısı başka gelse de ana odaklanmaktan başka bir kandırmacası olmadığını da zamanla anlıyor... Ama bir kere , sadece bir kişinin bütün duygularını, düşüncelerini hissedebiliyor.
O oradan bir kere iç çekse , benim buradan hissettiğim biri var...
Artık hiç yok, ama bir o kadar da çok var. 
Saatlerce saçma sapan muhabbet edip, sadece ellerime sinmiş kokusuyla evime dönüp huzurla uyumayı hiçbir şeye değişmek istemediğim, yerini başka şeylerin illa ki alacağını bildiğim ve bu gerçekle canımı yaktığım biri var. Yerini başkasının almasına dayanamayacak , arkasına baka baka yoluna giden, tökezleyip düştüğünde sadece uzaktan bakacağım ve sadece benim düştüğü yerden kaldırabileceğim, yine de elimi uzatsam tutamayacak, ama gözlerine baktığım anda kendimi görüp yine kızamayacağım biri var...
Bu hikayede bir gariplik mi var?
Gariplik, mutsuzluğun iskeletinde var.
Ve biliyorum ki o adamın lanet egosundan ödünç aldığı dik duruşunun arkasında da aynı mutsuzluk var...



15 Mayıs 2015 Cuma

Senaryoyu Değiştirsek mi Hocam?

Hayır ben çok sıkıldım da, oyuncuları değişen ama kendisi asla değişmeyen sonu kırık dökük hikayelerimden....
Hepsi farklıymış gibi geliyor, başı, sonu, yok diyoruz bunu bir başka sevmiştim... Bundan canım fazla yanıyor. Kimseyi sevemem , onun gibisi yok diyoruz. Sonra yine seviyoruz. Yenilen pehlivan hesabı...
Sonra yine bir başka yanıyor canımız...
Aslında hepsi bir.
Sadece unutuyoruz.
Yanlış adam mıknatısı yutmuşum ben, bir de kova burcu zeki olur diyorlar. İyi de arkadaşım, zeka aşka işler mi? İşlemiyor. Siz, o muhteşem ilişkilerinizi yaşayan çiftler, bunu nasıl başarıyorsunuz bilmiyorum ama , ben artık hatayı kendimde arama aşamasını 3 durak geçtim, inip de tekrar geriye yürüyemem.
Önce karşımdaki adamlara bir güzel saydırıp, sonra da Evren'le şiddetli bir kavgaya tutulma niyetindeyim. Aynaya bak , yaşadığın her şeyin sorumlusu sensin diyen kendim de dahil tüm yaşam koçlarına saygılarımı sunuyorum. Arkadaş ben bu adamları mumla mı arıyorum? Evet dibime ışık vermeyen mumla... Haliyle gözümüz görmüyor, adama çarpıp düşüyoruz.
E bu kaçıncı? Kendime de çok kızgınım, içimde bir saftirik var benim...
İki güzel lafa hop , indiriyorum yelkenleri yere, yerde su yok, bitmiş su, sürtüne sürtüne yırtıldı o yelkenler.... Suya inseydi bari...
Mesela son mesele, şu ellerine kokum sindi diye evine gidip huzurla uyuyan, dünyanın en masum şeyini yaşadığım şahsiyet, şimdi mesaj atsın, koşarak yanına gitmezsem şanıma leke sürerim ben. Böyle böyle hata defterimizi oldukça kabarttık biz, bu defter bitsin artık. 
Bu senaryo tutmadı hocam,
Senaryo bir çölde geçiyor, esas kız bedevi rolünde, ve ilk bakışta farklıymış gibi görünen kutup ayıları , esas kızın boş anını bekliyor...
Yok yönetmenim bu iş artık olmuyor.
Bay Tarçınlı Kahve'nin laneti midir?
Basiretsizlik midir?
Fransız la paix'de yatmış adamdan tutun, anasıyla üfürükçüde gezenlere kadar her çeşit insana denk geldim.
Yeter artık, yok mu bunun normali?
Bir yandan da seviniyorum, hani zıt kutuplar birbirini çekermiş ya ben böylelerine denk geldiğime göre baya normal bir insanmışım diye... Züğürt tesellisi işte...
Ya ben dün ağlak şarkılı müzik listemi bile değiştirmiştim...
Şimdi yine önceden hiç fark etmediğim şarkı sözlerinde can yakma zamanı mı? Acaba bu sefer kaç sabah uyanır uyanmaz aklıma yokluğu gelecek ? Olmadık yerlerde sızlayan burun direğine çözüm bulamayan İsviçreli Bilim adamlarına kim bilir kaç kere söveceğim? Ve ben kim bilir daha kaç kere küçük şeylerden mutlu olduğum için, çok büyük üzüleceğim?
Değişsin bu senaryo, bu adam gitmesin.  

7 Mayıs 2015 Perşembe

Başta Hepsi Doğru İnsanmış Gibi Geliyor...

Tarih 22.04.2015 Saat :19.00 civarı ve ben Kırmızı Kafa'yla her zamanki bol giydirmeli ve gıybetli mesajlaşmalarımdan birini gerçekleştiriyorum. O kod adı Pehlevan'la heyecanla beklediğimiz buluşmasını bir kaç saat önce gerçekleştirmiş, kafa gidik, ben bir kaç gün öncesi Bay Dünya Markası'yla buluşmuşum, adam bana karım gibisin demiş, ben aradan kaç gün geçmesine rağmen onun karısı kimliğime bürünmüş, yetmemiş evde gözümde salatalık, kafamda bigudi üstümde sabahlık ev hanımı moduna alıştırma yapıyor durumdayken, ertesi günün milletimiz için çocuk bayramı benim içinse Aya Yorgi'ye çıkış günü olduğunu hatırlamış ve ortaya şimdi gitmek vardı lafını atmışım. Karşımdaki kız da aklı başında bir kız değil ki, benim arkadaşım yani, kalk gidiyoruz demiş, içimdeki üşengeç anca akşam 9'dan sonra kendisinde gidecek gücü bulmuş ve nereme güneş doğmuşsa gayet yazlık kıyafetlerimle ada vapurunda donmaktaydım...
Ne uğruna?
Efendim, biz sabah kiliseye ilk çıkanlar olmak niyetindeydik...
Akşam 11 gibi Büyükada'da in cin top oyunuyormuş bu arada, malum son gidişim Bay Dünya Markası'yla olduğu için adada insan var mı yok mu, adayı ateşe mi vermişler, umrumda olmadığı için durumu bu sefer fark ettim. Hava buz gibi, ben donuyorum ve açım. Günün eziyetli başlayacağı o anda belliydi aslında, neyseki tostçu amca "Çikiletalı Tost" hazırla diye elemanına bağırdı da , yüzüne gülemediğim için içime kaçan  kahkahalarımla biraz kendime geldim.
Biz en iyisi evde uyumayalım da , sabah 4.30 gibi çıkalım, anca yürürüz, kilise de 6 ' da açılır, ilk biz gireriz dedik. Uyumama kısmı tamam, tamam da dışarı bir çıktık, Tövbe Yarabbim buz yağıyor resmen, yürümek mümkün değil, tabi biz de hemen eve döndük diyeceğimi sanıyorsanız , mümkün değil, hazır Kırmızı Kafa Bay Pehlevan'la buluşmuş , ben Bay Dünya Markası'nın saçmalıklarına kanacak kadar beynimi yemiş durumdayken sadece yürüyemeyeceğimizi anlayarak faytona binmeye ve yolu öyle yarılamaya karar verdik. Sabah 4.30 , gökten buz yağıyor, iki manyak , yamuk bir fayton ve ölmek üzere iki attan başka tek bir canlının olmadığı bir ortamda dilenecek kadar mühim nasıl bir dilek olabilir şu an aklım almıyor ama biz o anı yaşadık. İçimdeki Kezban o yol bitene kadar kaç tecavüz senaryosu yazdı, içimdeki anne o faytonu kaç kez yuvarladı ve biz öldük bilmiyorum ama maalesef faytondan indiğimizde de derin bir oh çekemedim. Orman yolu buz tutmuştu ve biz o yokuşu yılmadık çıktık, kiliseye ulaştığımızda saat 5.15'ti ve biz sadece 45 dk bekleyeceğimizi sanıyorduk. Ama eziyetimiz henüz bitmemişti, kilise 6'da açılmadı, 7'de açıldı. Ama ilk biz girdik. Fakat o ana kadar Bay Dünya Markası'yla evlenirken giyeceğim ayakkabının bağcıklarına kadar düşünmüş , hatta oraya çıkarken üşüttüğüm için zatürre olursam geç evleneceğime içerleyen ben , mumu yaktığım anda adamı dilemek istemediğimi fark ettim. Soğuktan ayıldım galiba, ben manyak mıyım bu adam ruh hastası , bununla evlenerek hayatımı nasıl yakarım, 30 yaşıma kadar bu ruh hastasını mı bekledim ben manyak mıyım diye düşündüm, tabi bunları düşünürken arkamdaki insanlara yol vermemiş olmam orada biraz gerginlik yarattı ama hayati kararlar vermek için bence uygun bir andı. Yine de boşuna çıkmış olmamak adına, ve belki de hayatımda en aklı başında kararımı vererek sadece huzur veren biri gelsin dedim...
5 dakika daha karar vermesem, orada donarak ölecek, evlenmeden, anneme torun veremeden, doğum kilolarımı 1 ayda verip fit görünümümle arkadaş çevremi uyuz edemeden bu dünyadan göçüp gidecektim. Kiliseye girdim ve ayin sırasında uyudum. Uyanır uyanmaz kahve içmediğimde aşırı asabi olduğum için, uyanınca ayin sırasında bizi uyuz eden her yeri estetik olmasına rağmen hala çirkin kalabilmiş bir rus ablayla da kavga ettim.
Günün devamı eziyetli ve kaygan iniş yolu, hayatımda çay düşünmemiş olan benin çay diye haykırması ve ölü gibi uyumakla geçti...
Değdi mi?
Bence değdi...
Bir kere oraya çıkma zaten istemiyorsun sen bu adamı diye doğa şartlarını bile zorlayan Evren'e kulak vermeyi öğrendim.
Bir de benimle el ele oturan bir adamın kokusu ellerime sindiği için evime döndüğümde huzurla uyunan gecenin ne demek olduğunu öğrendim....

9 Nisan 2015 Perşembe

Maydanoz meselesi...

"Hayaller eski sevgili, gerçekler bu ara açılan kısmetimin getirilerinin günaydın mesajları..."

Yani evren bana diyor ki, al elinde bunlar var , bunlarla oyna. İyi de bi sor bakalım benim canım oyun mu oynamak istiyor.
Benim canım sadece o 2 gün önce saydırdığım geri zekalıya sarılmak istiyor.
Siz hiç süpermarkette maydanoz seçerken bangır bangır "If you go away" çaldı mı? O sırada hava yağmurlu ve sokak bomboş muydu? O sırada hiç haz etmediğiniz bir adam size mesaj atıp, eski sevgilinizin hitap ettiği şekilde hitap etti mi? Hemen arkasından iş görüşmesine çağrılıp , görüşeceğiniz kişinin eski sevgilinizle aynı isimde olduğuna tanık oldunuz mu?
Şimdi bu halde benim bu hiç susmayan iç sesim bile susmaz mı? Sustu, kalk kızım toparlan, siktir et şu herifi, zaten 5 para etmez bir dünya markası der mi?
Demiyor ki...
Bitmedi diyor. Hiç de 5 para etmez falan demiyor. 2 gün önce blogda giydirirken de konuşuyordu bu iç sesim. Yazma bak , yazarken canın acıyor diyordu. İç sesim bile bana dost değil ki.
Darmadağın oldum bugün.
Hepsi o marketten maydanoz almamla patladı, ne güzel bastırmıştım kendimi. Ya da kandırmıştım.
Bu sefer niye farklı?
Kimyasal bir şeyler var sanki, mantığınla bakarsın, uymaz. Mantığın sevmez adamı, için anlar. İçinde tarif edemediğin bir yer vardır, o adamın parmağını oynatsa neden oynattığını anlatan, o adamın şifrelerini çözen ve seni O'na iten bir şey vardır hani...
İşte o var. O varken de ben gidemiyorum.
Mantığım diyor ki etrafında bu kadar adam var, hiç biri onun kadar yakamaz canını, ne sen izin verirsin bir daha, ne de onlarda bu kapasite var, kanmış gibi yap gitsin. Yepyeni bir hikayenin kahramanı ol artık.
Olamazsın.
O'nu son gördüğün günün sevimsiz sessizliğinde durdurduğun zamanı, ne geri ne ileri saramazsın, çakılır kalırsın.
Sigara içerken düşünen, su içerken mutlu olan adam; Seni seviyorum.




7 Nisan 2015 Salı

O Bir Dünya Markası...

Tabi hoş bir konuda değil...
Başımdan öyle bir olay geçti ki sayın okuyucu, 30 yaşıma kadar ne günah işlediysem kesin affolmuştur. Bu arada bu saçma sapan olayı yaşamama sebep hangi eski sevgilimin ahıysa , kendisine o ahları iadeli taahhütlü yolluyorum.
Neyse ne inkar , ne itiraf bu yalnızca sitem tarzındaki ani ve şiddetli girişimin ardından derin bir nefesle sakinleşip yazmadığım zamanlarda neler olmuş objektif bir şekilde göz atalım mı?
Başıma ne geldiyse beleş kişisel gelişim seminerleri merakımdan geldi aslında...
Öncesinde ruh ikizimi bulmuş, Bay Tarçınlı Kahve'nin adının üstüne hafiften silik olsa da bir çizik atmış, ruh ikizim elimi tuttu diye nabzını 140'lara yükselten, hafif salak, hafif aşık kız modunda, mutlu ve sakin bir hayata ufak bir adım atmıştım...
Hatta ve hatta adam bana bir ömür benim donlarımı yıkamaya var mısın dediğinde , bunu aldığım en ciddi evlilik teklifi olarak görmeyi bile başarmıştım.
Sonra n'oldu peki?
Ben tabii ki rahat durmadım....
Her şeyden habersiz bir isim analizi seminerine katıldım. Ortalıkta gezinen bir tip vardı, dikkat çekmemesi mümkün olmayan öküz kişisi aslında orada bana hafiften itici gelmişti. Karşısında bacaklarını şeyine kadar açmış bir ablamızla muhabbet eden o itici çocuk, bugünün ana karakteri olmayı bu karaktersizlikle başardığına göre sorun onda değil bende kısmını irdeleme gereği duymuyorum. O kısım her zaman olduğu gibi işime gelmiyor tabii ki.
Off çok geyik yaptım, olaya giremiyorum!
İsim analizi seminerine dönelim... Seminer boyunca beni inceleyen Bay Dünya Markası'yla göz göze gelmem, 7 sülalesinin isim analizini yaptıran emekli amcayı azarlamamla aynı zamana denk geldi. Şeytan tüyü denen şeyi hafife almamak lazımmış sayın okuyucu, O'nun o şeytan tüyünün yerini bir bulsam, köküne kadar kazırım şu saatten sonra ama maalesef o ana bir etkisi olmuyor artık. Seminerin sonunda da kısa muhabbet ve el sıkışmamızın ardından, Facebook'ta benim gibi kendisinin de tek olduğunu söyleyen bu dünya markasının adını seminerden çıkar çıkmaz unuttum ben. Yaşasın B12 eksikliği, yaşasın demirsizlik, lakin O unutmadı. Şu andan sonrası da bir hayvan belgeseli tadında zaten...
Avına haince yaklaşan antilop bile daha insaflıdır!
Diğer kutusuna düşen mesajını 3 gün sonra gören ben, o 3 gün içinde ruh ikizimin isim analizinin içinde boğulmuş , negatif enerjili harflerine ondan daha çok içerleyen bir haldeyken bu dünya markasıyla muhabbet etmeye başladım.
Tipik erkek, sürekli mesaj, sürekli aramalar falan diyemiyorum. Evet bunlar vardı ama bu adam allak bullak etti beni ya, göklere çıkardı, baktım ruh ikizimden kopmaya başlıyorum, bununla dost kalamıyorum , Kırmızı Kafa'yı buna ayarlamaya bile kalkıştım ama başarısız oldum. Ve bizim n'olucağımız belli, biz evleniriz bence lafıyla gözlerimden fırlayan kırmızı büyük kalpler eşliğinde başlayan acayip şeyin güzel olan tek yanının bir kaç günlük fragmanı olduğunu anlayamayacak kadar salak olduğuma en ciddi ispat ilişkimi de geride bırakmış oldum. Ya bence benim kısmetimi kapattı biri, bu kadar beyinsiz bir araya gelip hayatıma giremez mümkün değil.
Ya da bu finaliydi.
Bu evrenin bana sana verdiğim son cezaydı deme şekli olabilir mi? N'olur olsun!
Çünkü burada üstün körü anlattığım şeyin canımı fena halde yaktığını anlatmayı kendime yediremedim.
Bugün tam 1 ay oldu.
Bu 1 ay içinde Bay Tarçınlı Kahve bile geri döndü bana ... Kılım kıpırdamadı. Sadece ne masummuş adamın günahını almışım dedim. Ruh ikizim dediğim adam da geri geldi, yavan geliyor konuşmaları sanki...
Garip bir iz bırakıyor bazı insanlar, dilerim sizinkiler aklı selim kişiler olsun. Beterin beteri varmış, bence herkes eski sevgililerine dönsün, yeni birinin ne büyük risk olduğuna örnek olarak ilişki analizi seminerlerine şekil A1 olarak incelemeye gönderilsem, tüm dünyaya ışık saçar, ayrılan eski sevgililerin barışma oranında patlama yaratırım.
Tabi ben bunları yazarken baya baya aşk acısı çekmiş gibi yazdım da , onu bile çekemediğimi fark ettim, sadece çok inandığım birine çok kırıldım. Sanırım hayatımda ilk kez bu kadar kırıldım.
Ama ahlar vahlar olsa olsa Bay Tarçınlı Kahve' de olduğundan ötürü;

"Üzülmeye Değmez" insan kategorisinde bir dünya markası arkadaşımızı üç evetle uğurluyoruz ...

Ne o siz dünya markası deyince cümleyi başka küfürle mi tamamladınız?
Çok ayıp ;)

10 Mart 2015 Salı

Mutluluk Sorundur

Blog'a uğramayalı uzun zaman olmuş. Öyle uzun zaman olmuş ki arada 30 bile oldum. Ha ne değişti derseniz, elde var üçünbiri derim. Her şey aynı, hala 30 olmayanlar varsa panik yok. Benim gibi içi büyüyemeyenlerdenseniz bir şey hissedilmiyor. Neyse tabi konumuz 30 değil...
Konumuz mutluluk...
Mutluluk nedir sorusunu irdelemekten beynimin patladığı şu garip günlerde sabah kahvemin bana verdiği yetkiye dayanarak kendisinin ne olduğunu buldum. "Mutluluk Sorundur". Özellikle küçük şeylerden mutlu oluyorsanız ve içinizdeki çocuk hiç büyümüyorsa, en büyük sorununuzdur. 
Çünkü ben 30 senedir küçük şeylerden mutlu olduğum için büyük mutsuzluklar yaşadım...
Çünkü ben sabah annemin odama getirdiği organik bebek tere demetini görüp mutlu oldum. Çünkü ben gecenin bir vakti sakız krizim tuttuğunda cebimde sakız bulup, dünyaları elde etmiş gibi hissettim. Çok kırıldığım bir arkadaşım sadece Seni Seviyorum dediği için bir anda tüm haksızlıklarını silip yanına gittim...Ve çok gereksiz insanların beni mutlu etmesine izin verdim. 
Ve bu sabah uyandığımda anladım ki, küçük şeylerden mutlu olmak , mutsuzlukla her zaman ters orantılı işliyor. 
Zor mutlu olun... Zor mutlu olun ki , sizi mutsuz etmek imkansızlaşsın. 
İçinizdeki çocuğu da uyutun gitsin. Dünyaya çocuk gözleriyle bakmak için yanlış bir yüzyılda doğmuşuz. 
Bir türlü büyüyemeyen ben ,kanımı donduran, aklımın sınırlarını aşan insanlara mıknatıslık görevimden bugün itibariyle istifa ediyorum. 
Değişimlerin her zaman büyük acılardan doğduğu gerçeğini elimle itip atamayacak kadar kırılgan olan yanımı baş ucuma bıraktım. Onunla artık içimdeki çocuk oynasın. 
Büründüğümüz kimliklerin , işten eve gelince üstümüzden fırlatıp atmak zorunda kaldığımız bir kaç parça kıyafetten farkı olmadığını ve dünyaya ayak uydurmak gibi bir mecburiyetim olduğunu 30'uma kadar öğrenememiş olmak benim ezikliğim olsun. Ve şu ana kadar olan her şey saçma bir geçmiş. 
Bugün başka bir gün...
Bugün ben artık başka biriyim. 
Ne birinin mucizesi...
Ne de mutluluğu...
Ben bugün büyüdüm. 
Hepsi bu.

14 Ocak 2015 Çarşamba

Hindistan'da mıyız kardeşim ne aydınlanması?

   Ben şunu anladım , insan kendisini değiştiremiyor. Yogaya da gitsen, aydınlanıyorum , kafamda lotus çiçeği taşıyorum da desen 3 gün sonra kafanda taşısan taşısan yediğin kazıkları taşıyorsun.
Her gece bir daha profil didiklemem diye yatıp ancak ertesi akşama kadar duruyorum. Sonra bir kereden bir şey olmaz yea diyen iç sesimle birlikte dalıyorum alemlere...
   Yani anlayacağınız 2015 model Bayantakıntı'da pek bir fark yok... Gerçi dur bakalım daha yeni girdik dediğinizi duyar gibiyim, demediniz mi? Çok ayıp... İçimdeki Polyanna konuşmuş o zaman benim...
E uzun zamandır sesim soluğum çıkmadı, acaba neler oldu bu zaman diliminde bir bakalım...
   Yoga , meditasyon meselesi , evde devam etmek suretiyle merkeze gidilmeyerek devam ediyor. Çünkü yoga hocam düşüncesiz kalıyoruz dedikçe ben daha çok düşünüyorum. Garip oynak müzikler açıyor, kalkıp oynayasım geliyor, kafamızın üstünde kulak varmış gibi dinliyoruz diyor, kafamda kulak hayal ettikçe gülüyorum...
Bir de kafamızın üstünde lotus çiçeği ya da su kabı hayal ediyoruz meselesi var...
Evde lotus çiçeği bulunmadığı için su dolu kabı aldım, kızım takıntı sen bunu gerçekten koy ki odağın orda olsun dedim... Keşke soğuk su koymasaymışım. En azından bu soğuk kış günlerinde beynimden önüme düşen su kabıyla donmak zorunda kalmazdım. Unutmadan mum çalışmasına da değinip aydınlanma dönemimi kapatacağım. Mumu elime aldıkça aklıma gelen kına geceleri beni neden evlenemiyorum sorusuna yönlendirdikçe , 30 oluyorum sıkıntısı basıyor ve haliyle ben rahatlamak yerine , iyice evde kalmış kız psikolojisine giriyorum. Uzun zaman meditasyondan gelir gelmez istem dışı pencere kenarında çekirdek yedim ben. Sonradan anladım ki hepsi mum çalışmasından kaynaklı...
Neyse...
   Gelelim yılbaşı gecesine,
Yılbaşı gecesine bir gün kala ekildik ve o gazla acil durum planı yaptık. Hayal Kahvesi Teoman'da direten Kırmızı Kafa'ya niye uydum bilmiyorum. Hoş biz körler sağırlar birbirini ağırlar tadında her an böyleyiz ama... O bay Fino'ya aşık, ben yeni toparlanmışım ama hayatımın baş rol oyuncusu Tarçınlı Kahve zamanında adamın şarkısının sözlerini paylaşmış, üstelik son konuşmamızda beni düşünerek paylaştığını söylemiş. Gidilir mi bu adama şimdi? Gidilmez dimi... Gittik biz. 
O fırtınada topuklu ayakkabılarımla , motora binip gittik üstelik, o kalabalıkta kaç kişinin götüyle arkadaş olduğum belirsiz vaziyette Teoman' da dinledim, barın hemen yanında olduğum için durmadan da içtim, ve kafamı çevirdiğim gibi Bay Tarçınlı Kahve'nin resmen ikizini gördüm. Çocuğun boynuna atlamama izin vermeyen içimdeki Kezban'a hayatımda ilk kez minnettar kaldım ama Tarçınlı Kahve'yi aradım. Aramamla Kırmızı Kafa'nın telefonuma el koyması da bir felaketten kurtulmamıza sebep oldu çünkü o kafayla ben kalkıp Bursa'ya da giderdim. Ne için mi? Hesap sormak için... Hakkım var , itiraz istemem.
   M.A(29) cephesinde de durumlar felaket, kendisine röfleli bir kız bulmuş, almış Mardin'e götürmüş, Gurbetçi bavulu kıçlı eski sevgilisiyle nerede fotoğraf çektirdiyse kızla da çektirmiş. Baya mutlu görünüyorlardı. Kıskandım ben, insanım ben, hoş Gurbetçi Bavulu da kendisine sevgili bulmuş ya belki o gazladır diye düşünen mantıklı bir tarafım olmadı değil ama yinede bu mantığım kendimi adamın aşiretine 3 kız evlat verip de pabucu dama atılmış orta yaşlı kadın gibi hissetmeme engel olmadı. Ama gurbetçi bavulu adına çok sevindim. Ben eski sevgililerim hariç mutlu insan görmekten mutlu oluyorum...
Şimdi bu adamlar mutlu olmayı hak ediyor mu? Etmiyor. 
Ama mutlular...
Ben mutlu muyum? Değilim...
Adil mi? Değil...
Hal böyle olunca ben , Kırmızı Kafa ve Japon falcıya gitmeye karar verdik. Seneler önce Beyoğlu'nda bir falcıya gitmiş , oldukça memnun kalmıştım. Kırmızı Kafa da bizden bir hafta önce gitmiş, memnun kalmış, kalite kontrolden geçirilmiş falcımıza , büyük bir hevesle gittik, gittik de o bizi keser mi? Kesmez. Kadın bana yeni aşk deyip duruyor.  Üçümüzde de bir yarım kalmışlık... Hazır Beyoğlu'ndayız, başladık Google araştırmasına, ve bir isim bulduk... Yeri belli değil, çalıştığı kafeden ayrılmış bir adam... Hemen 6. hislerimi devreye soktum(şaka şaka), mantığımı kullandım ve adamın çalıştığı yeri buldum, gittim... Ama adam da bir sıra var , 5 saat. Haliyle beklemedik, başka falcıya ismimizi yazdırdık. O da aynı şeyleri söyleyince bir de üstüne senin sevdiğin adamın hayatında biri var deyince iyice bozum oldum.. Hayır, biliyorum var, ama yüzüme vurulması ayrı bir sinir yarattı bende.. Adamın üstüne dar gelen gömleğini düğmelerinden çatır çatır patlatmak istesem de sonradan düşündüğümde yeni bir aşkın da hiç fena olmayacağına karar vererek masadan kalktım...
Fal, fal , fal....
16 yaşından beri gerek İstanbul'da gerek şehir dışında gittiğim falcılar saymakla bitmez... Kırmızı Kafa, Japon ve ben düşündük ki, üçümüzde de aynı potansiyel mevcut, güçlerimizi birleştirip insanlığı falcılar konusunda aydınlatmamız lazım. 
Uzun lafın kısası bir blog açtık , ve bütün fal deneyimlerimizi sizinle paylaşmaya karar verdik. Yarından itibaren engin bilgilerimizle harmanladığımız falcı deneyimlerimizi oradan paylaşacağız. Okumadan fal baktırmaya gitmeyin derim,
Yeni blogumuza bekleriz efendim :)