-->

27 Aralık 2013 Cuma

Kendimle Kalmam Lazım ( fuckin' klişe )

Sevgili Türk Erkekleri, Erkeklerimiz.... ( neden hepsini sahiplendiysem ) Bu yazım size armağan olsun...
Fotoğrafta göründüğü üzere şu klişe sözünüz "kendimle kalmam lazım" ıssız adam tribinizi duyunca benim aklıma direkt böyle bir sahne beliriyor. Haliyle ben bu adamı sıçarken düşününce ayrı bir tiksiniyorum. Zaten beyinsizlik ürünü bir cümle parmaklarınızdan dökülüvermiş ve telefonumun ekranını pisletmekte... Birde işin içine zihnimde bok girince ortam felaket bir hal aldı ben de. İlk bir kaç gün ıssız adamın kız versiyonu modunda gezdiğim doğrudur. Sokakta sakin yürüyüşler, Yaşar'ın yeni albümünü hatim etmeler, hatta bir ara kendime geldim de bir baktım ki gerçekten boynum bükük oturuyorum. Adam bana köpek dedi diye içerlemişim falan. Arkadaşlarıma anlatıyorum, bana köpek dedi inanabiliyor musun ? diye... Ve her arkadaşımın yüzünde aynı ifade, o eeee nolmuş bakışı... Haliyle ayrı bir sinir yarattı ben de tabii. Ulan diyorum üzülüyorum ben, kimse ciddiye almıyor. Dünyam yıkık ama, o kadar derdin sorunun arasında gözlerimi devire devire boynumu büküyorum. Kendimi izleyemiyorum ama haliyle kötü bir görüntü çıkmış olmalı ki çevremdekilerin şaşkın bakışlarına maruz kalıyorum. Üzüntüm bile ciddiye alınmadı anlayacağınız. Sonradan anladığım üzülmemişim zaten, o nasıl oluyor diyeceksiniz ama eski yazdıklarıma ( burada yayınlamadığım ) bir göz attım da anladım ki acı çekerken ben Mabel Matiz değil, Halil Sezai bile dinleyecek duruma gelmişim, evden çıkmamışım, ya bir de çok ağlamışım.... Okurken ayrı bir acıdım kendime de , kafam dağıldı iyi oldu.  Neyse dönelim şu " kendimle kalmam lazım" mevzusuna..
Onun aslında 2 anlamı var:
Anlam 1 : "unutulamayan meşhur eski sevgilim hortladı, ben de kendisinin kadrolu köpeği olduğum için,dört ayak kendisine koşuyorum, yayında ve yapımda emeği geçen talihsiz Sen'e teşekkürlerimi iletir, sahibime giderim."

Anlam 2 : "Kendime bir kaşar buldum, kafa rahat keyfime bakarım "

Ah ikincisi ne kadar kısa, açık ve net oldu değil mi? Vallahi benim bile yazarken içime serin sular serpildi. Bana noluyorsa...
Neyse biz şimdi benim halet-i ruhiyemi bir kenara itip bu iki durumun analizini ve bu adamcıklarımızın bu durumdan sonraki hallerini inceleyelim.....
Maalesef her iki durumda da sonlarının pek de hayırlı olduğunu yazamayacağım. Engin bilgilerim ve araştırmacı ruhum sayesinde gördüğüm şu ki;
1. durumda o giden sevgiliniz size döndüyse muhtemelen siz bir ara sıcaksınız, ana menü eski kız arkadaşınızı yeteri kadar götürdü ve engin denizlere yol aldı... Kendisi şu an sizinle ego tatmini yaşayıp , moralini düzeltip, kafasını dağıtıp, ana yemeğinin engin denizlerden dönüşünü beklemektedir. Yeşeren ümitleriniz yerle bir olmak üzere... Üzgünüm :D
Ayrıca bitmişse, bitmiştir.... Boş hayaller bunlar..... (Tecrübeyle Sabittir )

Gelelim az önce beni bile yalınlığıyla etkileyen kısacık 2. durum cümlemin giriş , gelişme ve sonuç kısmına;
Durum da cümle kadar yalın aslında....
Çat çut hop güm!
Olay bu kadar :D
Eeee ne var bunda demeyin, duygu yok. Değer mi hiç? Neyse...
Konumuz derinleşmesin... Bir de o tarz kızlarımızın yapışma ihtimalleri var, ki ona hiç girmiyorum, hepinizin başına gelir inşallah :D

Peki bu masalların sonu hep mi böyle biter? Bu kelimenin anlamı hep mi budur diyecek olursanız....

Bu iki ihtimalden sağ çıkan olmadı...
Bu kelimenin anlamı her zaman başka biri var demektir...
Bu adamların hiç biri gerçekten kendi kendine kalması gereken melekler değiller, biz de adamları bu kadar yıpratmış olamayız...
Öyle bir dünya yok, bunları hala yiyen varsa , afiyet olsun...
Kendiyle kalmak isteyen erkeklere not : Fotoğraftaki adamsınız hepiniz :) Hepiniz kendi bokunuzda boğulunda rahatlayalım...
Aaaa pardon; köpekler istedi diye atlar ölmüyordu değil mi?
Geri aldım bed duamı .ok kib by.



26 Aralık 2013 Perşembe

Kendime Küfrettim

Bir kaç gündür aklımda kışın sevgilimin(ESKİ) çemkirmeleri sonucu blogdan silmek zorunda kaldığım yazılarım var... Niye sildim? Hadi çok aşıktım, sorun istemedim sildim. Ulan salak, yedeğini al, kaydet bir yere, ya da sildim de taslaklara al değil mi? Yok... İşte böyle çirkin, böyle seviyesiz bir dürüstlük var bende. Gerçi biz buna dürüstlük değil de aşık aptallığı diyelim...
Bir de madem sildin, aradan geçmiş 9 ay şimdi mi içine oturdu demezler mi adama? Derler, diyebilirsiniz, hoş umrumda da değil, duymam.
Neyse ben böyle kendime felaket sinirliyken birden kafamda bir ampul belirdi! Benim bir blogum daha vardı, wordpress'e merak saldığım günlerden birinde aslında karakterimi oldukça güzel tanımlayan bir isimle açtığım, kenara itilmiş, üvey evlat blogum  bayantakinti.wordpress.com ,kesin buna aktarmışımdır dedim, bu saatte üşenmnedim, o şifresini bile hatırlamadığım bloga bir heves girdim....
Orada bile silmişim... 2011-2012 sezonuna ait bir yazı yok... Sonlara doğru, zat-ı muhteremi rahatsız etmeyecek bir kaç yazı o kadar....
Bir de eskileri çöpe attım diye marifetmiş gibi yazı paylaşmışım... Aferin bana...
Ama yok azimliyim illa bulacağım ben eski yazılarımı...
Ne demişler söz uçar yazı kalır, bir daha bir adam için yazı silmek mi?
Tövbe...
Not: Takıntı burada acaba çarpılır mıyım diye, iki ekmek bir tuz alıp , kafasında çevirip, ihtiyacı olana vermeye gitmiştir....

Üzülmeye Utandım...

Kafamda bir kaç gündür Mabel Matiz Ölü Pantolon çalıyor. Bu adamcağızın bu genizden gelen sesiyle uyanıyorum, uyuyorum. Nedenini bilmiyorum. Sanırım iki haftadır yaşadığım daha doğrusu yaşayamadığım saçmalığa da ancak böyle bir şarkı uyardı. Şarkıyı da tam bilmiyorum, bir iki kere dinlemişim, zamanında bu blogda aşk postları girmeme sebep olan vatandaşın ergenlikten yeni çıkmış kardeşinin twitter hesabını O'na dair bir şeyler bulur muyum acaba diye didiklerken... Kafada sadece Mabel Matiz tınısı var, sözler yok.... Neyse baktım bu böyle olmayacak şarkıyı açtım defalarca dinledim. Madem kafamda çalacak o zaman sözleriyle çalsın... Hem bir yandan da belki kendi  kendime anlamlandıramadığım garip ruh halimi beynimin şarkıya olan takıntısıyla çözerim diye düşündüm. Olmadı...
Neyse bu geyikten sonra asıl mevzuya keskin bir giriş yapmam lazım farkındayım ama iş o noktaya gelince ben de yazma yetisi denen şeyden eser kalmıyor. 
Yalnız şunu anladım, zor olan birine aşık olmak değil, o hayatında herkesten farklı yere koyduğun adam çekip gittikten sonra başka birine şans verme cesaretini gösterip, yanılmakmış. 
Hep bunu bilir bunu söylerim, bir şey çok iyi başlıyorsa ve karşındaki insan çok düzgün görünüyorsa o buz dağının görünen kısmı muhabbetine illa ki dönecektir. 
Bir de garip bir ayrılık evresi oluyor böyle durumların;
Malum ayrıldık, üzülmek lazım ( beyin buna programlanmış ), hafiften mod düşerken hoopp iç ses devreye giriyor, buna mı üzüleceksin, siktir git.
Bir de böyle zamanlarda istemediğinden insanın kısmeti açılır da açılır, biri çıkar yazar, n'olucak ya bi deneyeyim dersin , o ağzına sıçtığım iç sesim yine devreye girer, saçmalama daha yeni bir ilişkiden çıktın, çorba olur.
Ulan üzülsem iç ses, keyfime baksam iç ses. Ne istediğini ben çözememişim başkası beni napsın? Günler böyle dengesizliğin dibine vurmuş geçip giderken, sudan çıkmış balığa döndüm. Kendime bile anlatamadığım , şuursuz, abarttığımı kül tablasına bakıp yuh dediğim de anladığım günlerdeyim.Kimseye de anlatamıyorum ki taşak geçiyor herkes, mizacımda ciddi değil ki benim, haliyle aşık olunca da, unutunca da kızınca da kimse anlamıyor. 
Yalnız eski sevgili laneti diye bir şey var artık ben buna inanıyorum. Adam artık nasıl ah etmişse , göçtüm ben. Allah'tan blog okuyacak kapasitede biri değil , bunları okuyup da zevkten dört köşe olamayacak. Yazık ya çocuk sosyal medya uzmanını Facebook hackleyen biri sanan , saf bir şeydi. Yalnız bu saf arkadaşımızın nasıl bir ah etme sistemi varsa , ondan başkası bana dokunamıyor. Küt bir şey oluyor , her şey bozuluyor. 
Daha öncelerde ah etti madem başkasına yar olamıyorum , bir zahmet kendisi gelsin diyen iç sesim de konuşmuyor artık. 
Ben bu son yaşadığım olayla, daha ancak bir öncekinin izlerini def etmişim demek ki bünyeden, yeni yeni susturabilmişim sadece O olmalı diyen iç sesimi, susturabilmişim de içimdeki karaktersiz adam mıknatısı bu kadar aktifken al birini vur ötekine hesabına dönüşmüş olay.
Adama geber dedim;
Bana "köpekler istedi diye atlar ölmez" dedi ya :D 
Demedi daha doğrusu , bu durumda kişnedi....
Futbol camiası bu adamcık bu lafı kullandı diye yasta...
Ve ben gerçekten bu sefer üzülmeye utandım, zaman zaman da üzüldüm ve kendimden utandım...

Not 1 : Sevgili Mabel Matiz, son cümlemi yeni bir şarkı sözün için sana bağışlamak istiyorum...
Not 2 : Mabel Matiz'in Ölü Pantolon isimli şarkısının " yehiiiiiii heyyaaaa yehhiiiii heyyyaaaa " bölümünü de tüm eski sevgililerime armağan ediyorum ( Kendisini at zanneden de dahil )
Yazımı bitirirken bu kadar konusunu edince , şarkıyı da paylaşmak farz oldu...
İyi dinlemeler , haydi hep birlikte yehiiiiiii heyyaaaa yehhiiiii heyyyaaaa , yehiiiiiii heyyaaaa yehhiiiii heyyyaaaa!!!!!!!!!


24 Aralık 2013 Salı

3 Yüzük Arasındaki 7 Farkı Bulunuz....

Bu gece oturdum, başımdan geçen yüzükleri düşündüm. Her gece hayatımdan geçen büzükleri (eski sevgili,adi eski dost vs.) konu etmek olmaz değil mi?
Bu gece mevzuya oldukça objektif, maddesel ve kendi açımdan bakmak istiyorum. Mümkün olduğunca laf sokmamaya çalışacağım ( zor ama ).
Neyse beyin devrelerim yanmadan konuya girmek yerinde olacaktır.
- YÜZÜK 1 : 16 yaşında, hayatının baharında, saf bir kızdım.( yemediniz mi?) vallahi öyleydim. Nişantaşı'nda bir mağazada tek kalan t-shirt'ü kızın biriyle aynı anda beğenip kavga ederken, kızın yanındaki çocuğa aşık olmuş, orada kavgayı bırakıp kızla kanka olmaya başlamış, bana sümüğünü atmayan bu çocuğa uzun bir süre uzaktan uzaktan salyalarımı akıtmıştım. Sırf çocuğa yakın olabilmek için, bunların bütün arkadaş grubunu kardeş bellemiş, her gün her birinin evine kahveye gitmeye başlamıştım. Bu bana sümüğünü atmayan beyefendimiz, bir sene sonra çat diye parmağıma yüzüğü geçiriverdi. Artık bu bir sene içinde nasıl evlenilecek kız profili çizdiysem ben, adam sevgilim bile olmayı düşünmedi, direkt yüzük. Kezban gibi hissettim o an kendimi.
-YÜZÜK 2: Uzatmalı sevgilimin annesi, biricik salak oğluşunun asla akıl edemeyeceğini anlamış olacak ki, kendisi bana bir yüzük hediye edip aile himayesine geçirmişti. Hatta çocuk o kadar salaktı ki, bunu satıp iddaa bayisi açalım mı? diye bir soruyla karşılaşmıştım. O anda da kendimi Kezban gibi hissettim.
-YÜZÜK 3: Okulun kafesinde yapılan büyük! bir organizasyonla parmağıma saçma sapan bir yüzük takılmıştı. Zaten olayın saçmalığı okul kafesinde takılmasından belli olmuştur sanırım. Yüzüğü takan sevgilinin o gün boynunun tutuk olması ve anasının boynuna koyduğu banyo havlusuyla oraya gelmesi de ayrı bir gereksizlik olmuştu. Yine kendimi Kezban gibi hissettim.

Şimdi ben bu olayları bu gece neden düşündüm?
Ben bu yüzüklerin hepsini şuursuzlukla takmışım. Kendimi hep Kezban gibi hissetmişim. Sorun kesinlikle bende olamaz( bunu hiç kabul etmediğim gibi şimdi de şiddetle etmiyorum). Organizasyon bozukluğu var bu üç durumda da, nedir bozuk olan derseniz, cevap çok açık organizasyonda bozuk olan taraf adamların ta kendisi.
Konuda ortak nokta üçünün de şu an yaşamıyor olması desem :) Düşünsenize yüzüğün laneti diye bir durum var ve adamlar bana yüzük takar takmaz ölüyor!
Yok yok son ikisi hala yaşıyor. ( Allah'ın taktiri, demek ki daha bu dünyada çekecekleri var).
Birincisi için bir şey diyememe sebebim ölünün arkasından konuşmak istemeyişimdendir. Yaşasaydı, kesin bu blogdan nasibini alacaklar listesinde ön saflarda yer alırdı.
Ayrıca her ne kadar maddiyatçı olmasam da burada dikkatimi çeken yüzüklerin sırasıyla değerlerinin düşmesi. Hayır, bundan sonra alacağım yüzüğün plastik olmasından çekinmiyor değilim.
Bir de bu adamlar yüzük takınca bana hep ayrılacakmışım gibi geliyor. Seneler önce yaşlı, evlenmemiş ve çirkin bir teyze bana yüzük takmak uğursuzluk getirir,ayrılık getirir demişti de ben de ondan etkilenmiş olmalıyım ki, adamlar yüzüğü verdiği anda beni bir telaş alıyor. Sıçtık, ayrılacağız moduna giriyorum, kendimi bu role öyle kaptırıyorum ki, kendim sebebimi yaratıp bir güzel ayrılıyorum.
Yazıdan çıkarılacak sonuç;
Yüzük: İlişkide kız tarafının kendisini Kezban gibi hissetmesine sebep olan, erkek tarafının karakterine ve cimrilik seviyesine göre türü zümrütlü,pırlantalı ya da metal olarak değişebilen, benim gibi paranoyak kız tarafında ayrılık korkusu yaratan, yaşlı teyzeye göre uğursuzluk getiren, halka.
Yani gereksiz...
Belki de adamlar gereksizdi bilemedim ki ben onu...
Aaaa ben laf sokmayacaktım değil mi? Neyse unutmuşum onu!


22 Aralık 2013 Pazar

Nokta.

Her tesadüf bir başlangıçtır, finali sen oynarsın, perdeyi kader kapatır. Daha da söylenecek söz yok bence, en kısa yazım olsun bu...
Not: Blogger burada göt olmuştur, eziktir....

18 Aralık 2013 Çarşamba

Kezban'dan Selamlar....


Buradan 3 senedir bir türlü görüşemediğim, Facebook sayesinde bana ulaşan ama bir türlü buluşma ayarlayamayan ortaokuldan bir arkadaşıma itirafta bulunmak istiyorum.
(Blog'u bu şekilde kullanmaya başladığıma göre bir sonraki yazımda Almanya'daki amcama, İzmir'deki akrabalarıma selam da yollarım)
Ama bu itiraf önemli!
Sene 2010 Facebook'tan bir arkadaşım beni buldu ekledi ve direkt yazmaya başladı. Anladım ki eleman bana halleniyor. Yalnız çocuk annemin idealindeki damat adayı, neyse döndü benim gözüm her gün buluşalım yazan adama tamam deyiverdim. Aldı mı beni bir korku. Dedim tamam bu çocuk beni götürecek. Gerçi bunu muhtemelen ben değil içimdeki Kezo söylemiştir ama olsun o da benim bir parçam sonuçta.
Korkum şu, bu çocuk beni evden arabasıyla alacak, ya yemeğe değil de ormana götürüp tecavüz ederse?
Bu korku beni o kadar etkiledi ki, yemek yiyeceğimiz yerde buluşalım dedim. Tamam dedi.
Buluşacağız tamam ama çocuk çalışıyor, akşam yemeği yiyeceğiz haliyle bu çocuk beni dönüşte eve bırakmak isteyecek, ya o zaman ormana götürürse? Yok, düşündükçe panik atağım kat kat artıyor. Elim, ayağım titriyor.
Bir de niye orman? Onu hala çözebilmiş değilim, önceki hayatımda ormanla bir sorunum oldu sanırım...
Buluşmaya bir saat kala babaannem öldü dedim, gitmedim.
Bir sonraki buluşma teşebbüsümüzde başka, bir sonrakinde başka derken 50 buluşmada var olan olmayan bütün yaşlı akrabalarımızı öldürdüm. Babaannem için tam 3 kere öldü demişim. Eleman en sonunda senin babaannen geçen sene iki kere öldü canım dediğinde de, hiç bozuntuya vermedim ve kendimden gayet emin bir şekilde benim 3 tane babaannem var, benim dedem köy ağası dedim.
Ben Kezban'ım diyemedim. Sen beni ormana götürürsün diyemedim.

Babaannem yaşıyor.


Her şey yolunda...

3 Kasım 2013 Pazar

Döner....

Bu gün ele alacağım konu uzun zamandır takık olduğum "foursquare kız kaldırma uygulaması"nda karşıma çıkan yeni bir talihsiz. Diyeceksiniz ki madem bunlar sana ters neden bu adamların arkadaşlık talebini kabul ediyorsun? Boşluk abilerim , ablalarım, boşluk...
Yoksa içimdeki Kezban bu adamcıklarla bırakın buluşmayı, muhabbete bile izin vermez benim. İçimdeki Kezban'ın çığlıkları susmaz, iki muhabbet edelim desem , tüm hücrelerimi esir alır, rahat bırakmaz beni.
Ama o adamcıkların fiks menü taktikleri beni benden alıyor. Önce kıza arkadaşlık talebi gönderilir, kız kabul eder etmez bütün yer bildirimleri beğenilir, maksimum on gün sadece beğeniyle yetinildikten sonra ( sanırım bu kız kaldırmaya çalışmıyorum, abazan değilim demeye çalışma stili ),en son aşama da bir yer bildiriminin altına yorum yapılır ve cevap beklenir. Ha bundan sonra kız cevap vermezse duran bir kitle var mı bilmiyorum ama , cevap alana kadar yer bildirimlerinin altına yorum yapan azimli kesim benim neşe kaynağım. O arkadaşları başka bir yazımda ele alacağım ve gelişim süreçlerini , varoluş nedenlerini bilimsel yöntemlerle irdeleyeceğim lakin,bu gün  bir gün içerisinde iki kez aynı dönercide yer bildirimi yapmamla harekete geçen son azimli gencimizi incelemeye almak istiyorum. Öğlen dönercide yaptığım yer bildiriminden sonra akşamda aynı yerde bildirim yapınca harekete geçen talihsiz talibim şişmanlayacağımdan ürkmüş olacak ki yediğim dönerlerin karın bölgemde biriken yağlara sebep olacağına dair ufak bir uyarı da bulunarak manasız bir muhabbete ışık tutmuştur. "Kalori " yazacakken de "kaliri" yazarak kendisiyle keyifle alay etmeme sebep olmuştur. Geçtiğim ufak çaplı taşaktan sonra kendisi bana  bayan TDK yakıştırmasını yaparak espri kabiliyetinin de sıfırın altında olduğunu belli etmiş, neşeme neşe katmanın yanı sıra dünyada neden böyle insanlar var adlı tezime yeni bir malzeme olmaya hak kazanmıştır. Ama asıl mesele bu değil. Yeni nesil çıkma teklifini gel spora yazılalıma getiren arkadaşımız, hemen kaydet ve buradan sil diyerek numarasını yoruma yazma gafletinde bulunmuş , ve içimdeki Kezban'dan sınıfta kalarak, azimle yavşaklıklarına devam etmiştir.
Peki bu yazıyı yazma amacım ne benim, yani tanımadığı her kekonun ekleme talebini kabul eden genç kızlarımızın başına gelen bu sıradan hikayenin nesi yazmaya değerdi derseniz olay şu;
Ben merak etme yağlar beni terk etti yorumunu yazdıktan sonra gelen cevap:
"Ben yağ olsam seni asla terk etmezdim."
İşte bu adamcıkların hepsi bir dernekte toplansın istiyorum ben. Bunlar özel adamlar, bunları toplayın bir sirkte oynatın. Hem sirk hayvanlarına eziyet biter, hem bunlar  harcanmamış olur, hem de enerjilerini gösterilerine harcayarak yorgun düşer , abazanlıklarından bir nebze uzaklaşmış olurlar.
Ayrıca eklemeden geçemeyeceğim. O restaurantın sahibi annem olabilir, babam olabilir, sevgilim olabilir...
Ziyarete gitmiş olabilirim :) Geniş düşünün biraz , haydi foursquare abazanlarım biraz daha yaratıcılık lütfen! Bana da yazacak malzeme lazım değil mi?
Bunlardan malzeme çıkmazsa bundan sonraki yazımda çoraplarımı anlatmayı düşünüyorum.
O zamana kadar esen kalın...

13 Ekim 2013 Pazar

Türkiye'de sosyal medya uzmanı olmak ya da olamamak...

İşte bütün mesele bu!
Konuya ciddi bir şeyden bahsedecekmiş gibi başlamış olsam da baştan peşin peşin söyleyeyim, Türk erkeklerinin sosyal medya hesaplarından yavşama tekniklerine kayıp gidecek bir yazının anlamsız giriş bölümünü okumaktasınız.
Facebook hesabı açmakla bu dünyaya girmiş öncesinde bir yonja hesabı bile bulunmayan masum bir Kezban'dım ben bir zamanlar. Facebook hesabımı da bundan 6 sene önce Bursa'dan kaçıp göt gibi ortada bıraktığım şimdi de benimle aynı ismi taşıyan bir talihsizle evlenmiş eski sevgilimin benden gizli kendisine hesap açmış olduğunu öğrendiğimde onu takip amaçlı açmış, düne kadar da bir daha kapatmayarak amacından saptırmıştım , lakin ne tanımadığım bir insanı ekledim o gün bugündür ne de bir dürtmeye karşılık vermişliğim var. Twitter hesabım okuldan bir arkadaşımın bak çok eğleniyoruz gel sen de aç demesiyle devreye girmiş, zamanla bir bok olmadığını anladığım hevesimin kaçtığı, bu aralar sadece tanımadığım halde sapıklıkları aşırı derecede dikkatimi çeken bir çifti takip edip eğlenip yuh demek için girdiğim bir sosyal medya zımbırtısı olmakla kalmıştır. Yalan değil yalnız geçen sene mesaj atan bir twitter fenomenine cevap verip konuşmuşluğum hatta buluşmaya karar verip sonradan Kezban'a bağlayıp kavga çıkarıp buluşmayı atlattığım da olmuştur. Tek vukuat, kabullenilebilir bir durum değil mi?
Ama asıl konu bu değil, asıl konu linkedln'deki seviyeli! yavşama stili Aslı Hnm Merhabalar mesajları ve Foursquare'de yer bildirimlerimi saniyesinde beğenip altına yorum yapan abazanlar,
Bir tanesine cevap verdim ben bu Foursquare'dekilerin, neden mi? ulan sakın bu kız aranıyor falan demeyin adam 4.5 aydır yaptığım her yer bildirimini istisnasız 3 saniye içinde beğendi. Yorum yazdı, öldü adam :D
Benim de canım bunun ağzına sıçmak istedi. Bir de mail attı bu hıyar. Ben de güzel güzel cevap verdim. Sonra devam etti bu mail atmaya, hazır bu aralar tepem atık , dedim ben dünyaya olan bütün isyanımı bu talihsiz abazandan çıkartayım. Sıçtım bunun ağzına, ne yazıyosun ikide bir vs vs ( o vs vs buraya uymayacağı için yazamadım )
Allah'ım bir dokunaklı cevap aldım ki, otur ağla , o maile verdiğim cevabı ilk buluşmamız olarak saymış.
Bu kadar salak insanlar var mı diye merak ediyorsanız, maalesef var.
Gerçi Foursquare'de bir Facebook arkadaşım Foursquare hesabı açınca bana Oh şu arkadaşın hesap açmış diye bildirim gönderen, garip bir mecra, arkadaşım oh ne? İngiliz miyiz biz? Buralarda oh yanlış anlaşılır. Türkiye'ye entegre edeceksen, hayde bre asıl hesaba gardaş falan yaz, Oh ne oh?
Neyse biz hıyara dönelim..
Ulan salak hadi diyelim ben beynimi yedim, seninle ciddi ciddi muhabbet ettim, daha da yedim o beyni, buluştum seninle, daha daha yedim ( ne beyin varmış ye ye bitmedi ) sevgilin oldum, hatta biz evlendik, çoluk çocuğa karıştık, bu çocuk sorsa anne babamla nasıl tanıştın diye, nasıl anlatacağım ben bunu bu çocuğa geri zekalı. Ha şimdi bunu okuyan diyecek ki oradan kız arayan zaten götürmelik kız arar diye, o tiplere hiç girmiyorum. Bu bildiğin saf...
Gelelim asıl konuya,
Bir zamanlar sosyal medya uzmanı oldum diye Facebook hesabını hacklemeyi öğrendiğimi sanan biri vardı...
Sahi noldu ona?
"Yandı , bitti , kül oldu... "
Hadi iyi geceler...

1 Eylül 2013 Pazar

Kim Bu Evren? Getirin Buraya...

Fonda Mabel Matiz aşk yok olmak diyor biri diye inim inim inlerken, evrenden istediklerimi düşündüm bir an... Verdi mi ? Verdi zaman zaman ama bu evrenin taktiği başka...
Öylesine istediklerini, aman yaaa olmaz da olsa iyi olurdu dediklerini mi veriyor insana çözemedim...
İstemeyi mi bilmiyorum yoksa?
Bir de şu var... Evrenin işaretleri...
Durmadan bir işaret yumağının içinde boğuluyorum ama hep açık uçlu işaretler. Çok mu zeki sanıyor beni? Bu manyak nasıl olsa leb demeden leblebiyi anlar mı diyor bilemiyorum. Halbuki o işaretlerini kesmediği malum kalp yarası konuda artık leblebi dese bile yok ya değildir o fıstıktır diyecek konuma gelmiş bulunmaktayım. Tek ricam o işaretleri yollama olur mu Evren?
Ha bir de yerine getirdiğin dileklerimi ansızın elimden alma bir daha olur mu...
 Ne demiş şarkı "Sükunetim Deliliğimden"...
Onun için yazmıyorum...
Yazsam dilimin kemiği olmadığı gibi elimin ayarı da yok benim, can yakmak istemiyorum...

Taslakları yayınlayacak kadar kendimi kaybetmeme ümidiyle öpüldünüz... :)

18 Şubat 2013 Pazartesi

Eskileri Çöpe attım!

Eski yazılarımı doğum günümde sildim,
Masamda O'nun bana yolladığı çiçek, aklımda geçmişten saydığım sadece 31.Aralık.2012'den şu ana kadar olan her saniye var.
Atarlanmışım, gider yapmışım, laf sokmuşum, hiç değmezmiş. Yeni yılda yeni bir hayata başladım, yeni yaşımda ise geçmişten hiçbir şey bırakmadım. Benimle yaşamaya layık olanlar zaten bu günümde, bazen hayatında bir avuç insan bırakmak öyle güzel oluyor ki...
Ne dostluklar bitirdim, dönüp gittim de arkama bile bakmadım. Yalnız kalmaktan hiç korkmadım. Çekip gidenlere eyvallah demeyi, kimseye boyun eğmemeyi, gitmesin diye ses etmemektense , bağıra çağıra siktir etmeyi de yaşadım, yeni gelenlere yer açmayı da, tekrar güvenmeyi de öğrendim, kaderi irdelememeyi ama ona inanmayı da öğrendim, beklemeyi de... Bekleyince değdiğini de öğrendim,
Hayatı temizlemeyi öğrendim,
Gerçekten sevmeyi öğrendim,
Sevince susarmış insan bunu öğrendim...
Çok sevince kendine saklarmış insan, bunu öğrendim,
Geçmişi satmak neymiş, sevgi için neler silinirmiş öğrendim,
Kim dost, kim sevgili, kim aile öğrendim...
Eski yaşıma teşekkkür ettim, veda ettim.
Yeni yaşıma hoş geldin dedim...
İyi ki doğmuşum :)

Yeni Yaşıma Not : 27'yi aratma, yüksek performans göster, kendini sevdir, büyüklüğünü belli etme, mütevazi ol, alttan alttan olgunluk getir, içimdeki çocuğu öldürme, Kezban'ı biraz hırpala, törpüle, öptüm.

13 Şubat 2013 Çarşamba

İyi ki sevgilimsin...

Bu söz, mesafeleri yok eder mi?
Gerçekçi olmak gerekirse, özlemi bin kat daha arttırır evet, ama yakınında ya da uzağında olsun, birinden bu lafı duyabilmek, bir insanın hayatında olduğun için sana minnet duyması, ve her sabah onun günaydın mesajıyla uyandığında varlığına ettiğin şükürlerin karşılıksız olmadığını bilmek dünyalara bedel. Varsın ayrı bir şehirde gözlerini açsın, ben her sabah onunla uyanıyorum, her gece onunla uyuyorum.
Tanrı'nın her zaman yanımızda olacağından eminim,
Bir gün gerçekten yanında uyanacağımı ve o gün benim için bambaşka bir rüyanın da başlayacağını biliyorum. Ben O'nun varlığıyla bu dünyada daha ne isterim ki hissini yaşadım.
En doğru kararım, tek sevdiğim, iyi ki sen de benim sevgilimsin, benimsin...
Hep böyle kal,
Seni Seviyorum.

10 Şubat 2013 Pazar

Elimde mendilim...

Adamın işyerinin önüne git, çadır kur, açlık grevi yap, pankart aç " çok çalışma yel olur, sevgilin gider el olur", yok bu olmadı, tehdit unsuru var bunda. " ya bu gece gel ya da bu gece gel, ya bu gece gel ya da gelir ecel". Tamam bunda ajitasyon var, bu iyi. Hem zaten şarkı da hareketli, grev halayına uygun. Omuzumda 80'lerden kalma bir teyp, içinde Yaşar'ın kasedi. Modern bir grev kızı. Yalnız o çadırın içini hayal ettim bir an, her türlü teknolojiye sahip, ve bir köşesinde boyum kadar bavulun durduğu bir çadır....
Tahminimce her gün başka tulum giyerim, arada sevgilimin iş yerine gider, elektroniklerimi şarj ederim.
Benden grev kızı olmaz. Bir kere halayı Yaşar şarkısında çekmeyi hayal ettim, film orada koptu sanki.
Bir de şöyle bir durum var, bu adam bana sen sokaklarda nasıl oynarsın? Bu ne laubalilik tribini atacak kapasiteye sahip, çadırımı da yakabilir, eylemimi evimde yapmadığım için kızabilir, bu ne sefiilik git bir otelde eylem yap da diyebilir. Her halukarda kavga çıkar.
Bu hayalde en başından bir terslik var zaten, bir insan sevgilisiyle ilgili hayaller kurarken, daha romantik olabilmeli değil mi? O zaman hayaldeki Yaşar şarkısını Murat Boz'un o içime yer etmiş, "Özledim" adlı nadide eseriyle değiştirirsem sanırım bir problem kalmayacak.
Plan tamamdır, yarınki alışveriş listemde hazır
Pankart
Tulum( bir kaç adet)
Çadır( geniş olsun, panik atak var bende, daralırım )
Teyp
Murat Boz kasedi
Ve en önemlisi "mendil"!
Mendile gelsin bu şarkı da...


                                                                 Haydi kalın sağlıcakla!

30 Günde Fransızca Öğrenemedim Ama...

Şimdi bundan tam 40 gün önce sıkıntıdan olacak ki ben Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca öğreneyim, İngilizce'yle Almanca'yı da geliştireyim de işime yarasın dedim. Etrafımdan bir kişi de çıkıp bana ne işine yarayacak turist mi gezdireceksin? demedi. Bende gereksiz bir gaza gelip her türlü imkanı kendime sağladım. Hepsinden öte odamı bir Fransızca okuluna çevirmekle işe başladım. Karşıma çıkan cümleler sıradan "adın ne?, nerelisin?" den sonra sırasıyla şöyle bir hal almaya başladı;

Nerede yaşıyorsun?
O nerede yaşıyor?
Mutlu musun?
Onu seviyor musun?
Seni ne mutlu eder?

Tabii ki arka arkaya olmasa da aradan seçilmiş bu sorular kalp içine alınmaya, yanına yıldızlar konmaya başlandı. Sevgilimin adı olan kelimenin de okuma parçalarında sık sık karşıma çıkmasıyla son raddeye gelen beyin dalgalarım en sonunda haykırdı "sikerim bu aşkın ızdırabını ulan"!
Haydi gel başlangıç seviyesi Fransızcamla  bunu anlat!
Başladığı gibi bitti serüvenim.
İlk gün nerede yaşıyorsun sorusunun hemen arkasından gelen o nerede yaşıyor sorusuyla kapanan kitap, yerini günlüğüme bırakıp, özlem dolu haykırışlarımla "neden ulan neden" serzenişlerine sebep oldu.
İkinci gün, yeni bir hevesle açılan kitap, mutlu musun? sorusuyla, derdime dert katarak, kulağıma derhal kulaklıklarımı takarak Murat Boz'dan Özledim'i 30 kere üst üste dinleme etkisine sebep oldu.
Üçüncü gün, yine yılmadan olur böyle şeyler, o da benim hassasiyetim gazıyla açılan kitapta onu seviyor musun? sorusunun ardından onu ne kadar sevdiğimi düşünmemle, bir sonraki konuda "seni ne mutlu eder?" soru kalıbının içinde barındırdığı gizli özne bana son kurşun etkisi yarattı ve benimle her daim taşak geçmekten hiç çekinmeyen evrenin mesajının Fransızca'dan uzak dur olduğunu düşünerek bu sayfayı kapatma kararı aldım.
İspanyolca ve İtalyanca'yı denemekten ürküyorum. Evren bu, aşk mektubu bile bırakır kitaplarımın arasına...
Maksat ne kadar özlediğimi ölçmekse sevgili Evren, ya da sabrımı denemekse, eğitim hayatıma mani olma derim. Malum bünye 25 senedir okumaya alışmış...
Yok, okuyan bu kız kafayı yemiş, her boku buna bağlıyor diye düşünüyorsa ve bu olayda evrenin parmağı yoksa o zaman vay benim halime.
Bari aşka gelen duygusal bir insan olsaydım da şiir falan yazıp posta gazetesine gönderebilseydim.

Kuru kuru özlem içimi kuruttun ya!


Öpüldünüz...

9 Şubat 2013 Cumartesi

Metin Yazarlığında Yazdığım Hikayeyi Yaşadım...


"Öylesine Bir Sabah…

Perdenin arasından süzülen güneş ışığıyla uyandım ve pencereden odaya yayılan dağ kekiği kokusunu derin derin içime çektim. Yanımda huzurla uyuyan adama baktım. Onu izlerken, annemin küçükken anlatıığı kurbağa prens masalını anımsadım, gülümsedim. Evet, artık benim de kurbağa prensim yanımda uyuyordu :), ama yine de karanlıktı içimde bir yerler… Sonra dün televizyonda izlediğim söyleşideki sözleri düşündüm. “Güneş de % 90’ı karanlık olan bir galakside sadece bir yıldızdı, ve o karanlığın içinden Dünya’yı aydınlatabiliyordu.”

Tıpkı O’nun gibi…"


Ekim ayında Metin Yazarlığı dersinde hoca "Galaksi,Kurbağa,Kekik,Söyleşi" kelimelerini kullanarak bir paragraf yazmamızı istemişti. Hoca bunu istedikten bir hafta sonra, trende sabahın 7.30'unda O' ndan aylar sonra ilk günaydın mesajımı aldıktan sonra, bu alakası olmayan kelimelerden bile yazsam yazsam aşk hikayesi yazabilirim ben dedim ve trende onu düşünüp bunları yazdım...

Ve sonra yeni yılın ilk gününe onu izleyerek başladım....

Demek ki her zaman yaşananlar yazılmıyormuş, bazen de yazdıklarını yaşayabiliyormuş insan.
Gerçekten kalpten isterse...




   


8 Şubat 2013 Cuma

Yok ki dudak büzmüş bir fotoğrafım!

Belki de bütün problem bu...
Ya da mekan tuvaletlerinin aynasından çekilmiş bir fotoğrafımın olmaması...
Yoksa hayatıma bakıyorum da, içimde yaşayan Küçük İbo'nun hiç bir açıklaması olamaz. Mizacım mı bu acaba desem? Yok, bu kadar acıların çocuğu olmam için Akrep burcu olmam lazım. Yalnız benim için böyle durup dururken kımıl kımıl olmaya başladığında, hemen arkasından illa gerçek bir sorun bulurum ben, olmadı yaratırım yani. Bu ruh halim biraz da bütün gün evde olmamla alakalı da olabilir aslında.
Ya da bu adamın bütün gün çalışması ve uyuması da olabilir.
( Blogger burada dayanamayıp gerçek karın ağrısını açıklamıştır).
Ama gerçekten bu olay fena halde can sıkıcı bir hal almaya başladı. Anladık çok yoğun, anladık çok yoruluyor. ( o anladık lafın gelişi, anlasaydık, çemkirmezdik). "Ben bu hayatın neresindeyim" tribi atmama taş çatlasın 3 saat var. İnsan sevgilisine nasıl bu kadar az zaman ayırır diye anlayışsızlık dolu, kol kadar mesajlar atmak istiyorum bazen. Sonra hemen geçiyor ( aslında geçmiyor, belki de yemiyor). Arada mesafelerin olduğu ilişkiler daha bir pamuk ipliğine bağlı oluyor gibi geliyor bana, bundan ötürü daha bir sakin olmak gerekiyor ya ama ben tripten ve panikten yaratıldığımı daha önceki yazılarımda belirtmiştim. O değil de ya bu kadar görmeye görmeye, konuşmaya konuşmaya bir birimizden soğursak?
Keşke ben böyle kaptırmış yazarken arkamdan "kalk kız soğan doğra" diyen bir annem olaydı da biraz kafam dağılsaydı.
Of,
Olmadı değil mi bu yazı?
Zaten ben de olmamışım ki yazı olsun.
Halil Sezai'yi getirin buraya.

7 Şubat 2013 Perşembe

Günaydın sorunu...

Her sabah ondan günaydın mesajı almaya o kadar alışmışım ki, bu sabah (öğlen) uyandığımda yine aynı keyfi alabilmek adına elimi telefona attım ve üçün birini aldım. Geri yattım resmen, o mesaj atmadan kalkmam olur biter dedim. Ulan adam o gün unutsa atmasa, bütün gün o yatakta ne bok yiyeceksin diyen iç ses de yok bende demek ki. Neyse yarım saat oldu yok, bir saat oldu yok. Sikerim bu aşkın ızdırabını dedim ve kalkıp bir kahve yaptım. Allah'ım nasıl mutsuzum ama, yine kendi kendime konuşmaya başladım. Demek ayrılsak ben bu mesajı göremeyip böyle üzüleceğim, şöyle kalkamayacağım diye kurdukça kurdum. Paranoyaklık seviyem nasıl tavan yapmışsa, adama günaydın mesajı atmak aklıma dahi gelmedi. Ama trip atmak geldi. Bir de kendimle övündüm, eskiden olsa başına bir şey geldiğini düşünür, panik olurdum oh olmadım diye sevindim. Ama gerginliğimi üstümden atamadım. Dünyam başıma yıkıldı resmen, isyanlardaydım bütün gün, adam uyuyakalmış, benim trip mesajımdan 10 dakika sonra bu cevap geldi aslında ama ben bütün senaryolarımı, isyanlarımı, mutsuzluklarımı yaşamaya devam ettim. Kendimi öyle bir kaptırmışım ki, çıkamadım o ruh halimden. Hatta bununla bağlantısı olmasa bile annemle kavga ettim. Yanlış anlaşılmasın annemden acısını çıkartmadım, sadece çok hassas ve tahamülsüzdüm. Biri de çıkıp demedi ki Allah'ın geri zekalısı sen neyin kafasını yaşıyorsun? Demedi çünkü kimseye bu ruh halimi anlatamadım. Bütün gün Kadıköy'ün ara sokaklarında yere oturup, saçıyla tek gözünü kapatmış emolar gibi odamda oturup surat astım. Bu adamın günaydın mesajlarına aşırı bir bağlılığım var benim sanırım. Sevgilim değilken bile attığında ben o sırada trende oluyordum ve herkesin acaba deli mi bakışlarına maruz kala kala, embesil gibi gülümseyip, Pendik Haydarpaşa arası ağzımı kulaklarımla yakın temastan kurtaramıyordum. Bugün sergilediğim ergen hareketimden ötürü kendimi tebrik ederek yazıma son veriyorum.

Not: İyi geceler mesajımı aldım, sorun yok. Saçımı gözümün önünden kaldırdım, kaldırım taşı muamelesi yaptığım yatağımdan koltuğa geçtim. Kaldığım yerden onu özlemeye devam ediyorum.


6 Şubat 2013 Çarşamba

Bir huni rica edeyim...

Şarkıda benim bir günüm geçmez ki seni görmeden diyorsun da ablacığım, olanı var olmayanı var.
Bir gün mü? diye diye kavga ettim şarkıyla... Görmekle ilgili şarkıları hayatımda istemiyorum bu aralar. Bir kaç önceki yazımda belirtmiştim, özlem benim bünyemin alışkın olduğu bir his olmadığından ötürü bende şiddete meyil yaratıyor. Tam bunu da yazarken Murat Boz'un "özledim" adlı nadide eseri çıkıyor. Oh, Murat'cığım sen de gel şöyle, öyle yandan yandan olmaz, tam ortasına sıç ağzımın. Nadide derken? Benim sevgilimin Nadide diye sevgilisi de mi vardı lan? Yoksa bunu şu an ben mi uydurdum?
Bu adam çok çalışıyor arkadaşlar, cefasını ben çekiyorum, sefasını bir gün evlenirse o karı mı sürecek diye yaklaşık 2.5 saattir odamda duvarlarla konuşuyorum. Bunu yaparken, mobil teknolojilerle ilgili yazı yazdığım sitenin bu haftaki yazısını hazırladım, diğer bloga paranoyaklıkla ilgili bir yazı yazdım. En yakın arkadaşımla muhabbet ettim, başka arkadaşlarımla mesajlaştım ama hepsinin altında bilincimin ve bilinçaltımın en nadide yerinde bu konuyu barındırdım. Bak yine Nadide dedim. Yok, kesin Nadide diye sevgilisi vardı bu çocuğun.
Aslında böyle biri değilim ben, şaka bir yana adamın hayatımdaki varlığı da yetiyor aslında. (dikkat blogger şu anda dengesizliğin dibine vurmaktadır). Ama gerçekten öyle.
Varsın bu akşam ne yapıyoruz aşkım sorusu hiç sorulmasın, varsın ha deyince adamın kapısına dayanılmasın (hemen şiddet , hemen)...
Şimdi evrenden iste o sana verir deniyor ya, evren de bana yukarıdan bakıp diyordur ulan geri zekalı sen bu adamın bu halini bilip bilip her gün bu adamı benden istemedin mi? Bir kere kafayı yedin de ayrıldın, ikinci kez sana verdim onu, kes sesini de otur , delirme demez mi? Der.
Bak yine şarkıda gelmek geçiyor, bir adım gelebilsen diyor. Hay!
Şimdi de gel sen otur yanıma diyor.
Ne demişler , ayının sevmediği ot ininin dibinde bitermiş.
Yazımı şu an çalan şarkının en sevdiğim sözüyle bitirmek istiyorum;
"zaman her şeyi çözer, şu beklemek olmasa..."
ok kib by.( emo vedası )


5 Şubat 2013 Salı

Saçmalık mı?

Sevgili günlük,
Sabah uyandım, yatağın sol tarafından kalktım,
Sigaramı tersten yaktım,
Güneşli havada yağmur çizmesi giydim,
Tatlının üstüne yemek yedim,
Kısık sesle müzik dinledim,
Otobüsten bir durak sonra indim,
Kuşlar ekmek sansın, gagalarına yapışsın diye yere sakız attım,
Sokak hayvanları için bırakılan yemekleri çöpe attım, suları yere döktüm,
Sevgilim giderse çömelir beklerim, dönerse serbest bırakırım dedim,
Yaptım mı gerçekten?
Hayır, yapmadım...
Yine de her şey anlamsız, gereksiz, ters ve boştu..
Neden...?
Çünkü o yanımda değil.
İşte bütün mesele bu..
Öptüm.

3 Şubat 2013 Pazar

Of!

Silemedim bazılarını, ya emek vermişim sonuçta değil mi?
Bir ara yazım hatalarını düzeltsem çok daha güzel olacak. Silersem, bağlantısız olacak bir de.
Allah'ım sana şükürler olsun ki hayatımın en ufak en önemsiz konusunda bile yaşadığım kararsızlığım aşk hayatıma bu sefer yansımıyor. Yoksa bir günaydın mesajını atmak için bile akşama kadar karar veremezdim ben.
Şu an kendimden soğudum resmen.
Sileceksen sil ulan.
Silmiyor musun? Kalk git yat ya!

6 Ocak 2013 Pazar

Pazar günü uyku günüdür, onunla uyunmalıdır.

Evet, bu kanunu yeni koydum. Budur olması gereken....
Mesafelerin amına her gün düzenli olarak koymak istesem de bugün daha şiddetli bir özlemle onun yanında olmak için götümü kesin razıyım diyebilirim.
Yanında olacaksın ama dünya yanacak deseler yansın umrumda değil,
Uzun uzun düşündüm,karşılaşmamızı, başlamamızı, ve madem kaderim o, o zaman lütfen hep yanımda olsun.
Hayat, senden tek isteğim bu,
Yukarıda bir yerde bilmediğimiz bir güç var,tüm olumsuzluklara rağmen onu bana veren...
Ve ben o güçten bunu istiyorum, yanımda olsun.
Ne olursa olsun,nasıl olursa olsun ama yanımda olsun...
Bende ona ait özlemin sınırı yok, aşıyor beni.

Geçen sene gözlerine hasta oldum deyip, öylesine başlayıp, bitiremediğim, tüm yolların ona çıktığı adam... Hüznüyle,özlemiyle,öküzlüğüyle,sevgisiyle herşeyiyle kabulûm. Yanıma gel ve gitme artık.

1 Ocak 2013 Salı

Biri gelir...

Bir gün hayatına biri gelir ve artık o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Biri gelir ve bilirsin ki o gitse bile sen artık eski sen değilsindir.
Bir gün karşına çıkar ve çekip gider... Hiç ummadığın anda geri gelir ve her şeyden emin evet dersin, o olsun da gerekirse dünya yansın dersin. Yanından gittiği anda onu özlersin, cümleler düğüm olur, her söylenecek olan standart gelir yakıştıramazsın, tanımlayamadığın bir duyguyu bir ömür içinde yaşatmak içindir ondan sonraki her sabah gözlerini açışın. O var diye kolay gelir diğer her şey, göğsüne yatıp uyuduğun her saniye en içten şükürler sessizce akıp gider içinden.
Her hangi birinin defalarca söylediği ve binlerce kez duyduğun o "seni seviyorum" cümlesinin daha önce hiç söylenmemiş olduğunu zannedersin.
Her şey onunla farklıdır, her şey onunla anlamlıdır...
Eskiye dair ne varsa zihninden silinip gittiğini hissetmezsin bile. Onun adının geçmediği hiç bir saniyenin önemi kalmamıştır.
Kimseye edilecek laf, sorulacak hesap kalmamıştır. Çünkü kimse yoktur aslında ondan başka....
Ne demiş şarkı, "işte ben böyle bir hal içindeyim".
Bugünden itibaren eski ben diye bir şey yok artık. Sınırsızca sevmek ne demekmiş ben artık biliyorum.
Her anımdasın, hayatımın en anlamlı kısmısın, hep böyle kal, hep yanımda kal....